04/08/2018 / Hasan Baran Fırat,
Yerli ve Milli Yegâh
14 yıldır kesintisiz iktidarız ama sosyal ve kültürel iktidar olma konusunda sıkıntılar var. İnsan yetiştirmek her şeyden önce inanç, adanmışlık, süreklilik gerektirir.[1]
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın önce 2017 yılında gerçekleşen Milli Kültür Şûrâsı, ardından Ensar Vakfı’nın bir genel kurulunda dillendirdiği bu ve benzeri sözler sonrasında “kültürel iktidar” tartışması birçok vesileyle tekrar tekrar gündeme taşınır oldu. Uzun bir süre boyunca da tartışılacağa benzeyen konu, hiçbir sonuç vaat etmeyen ikili karşıtlıklar düzleminde değerlendirilegeliyor. “Kültürel hegemonya” savaşları, her ne kadar kültür gibi geniş bir kavram üzerinden konuşuluyor olsa da tartışmanın içeriği, basın, yayın ve iletişim araçlarının kontrolünün elde tutulmasıyla sınırlı. Gramsci’nin deyimiyle “‘Kültürel hegemonya’ kavramı, entelektüellerin ya da muhalif yöneticilerin ana-akım medyadaki bitmek bilmeyen söylemlerini değil, bir partinin sınıf bilinci uyandırmak suretiyle geniş bir toplumsal kesim yaratma ve yönetme kabiliyetini ifade ediyor.”[2 ]15 yıllık iktidarı boyunca AKP kadroları da aynı ideolojik düsturlarla hareket ederek, Gezi’de yaşanan psikolojik kırılma ve FETÖ gibi terör eylemlerine maruz kalınmasıyla beraber gelişen hassas ruh hali neticesinde, kendi “yerli ve milli” toplumunu yaratma gayret ve çabasına girişti.
Milliyetçi, siyasi ve ahlaki söylevlerle belirlenmeye çalışılan bu “yerli ve milli” toplumun sınırları, istenen ölçüde netleşmedikçe farklı arayışlara girişen iktidar sahipleri son yıllarda kültür ve sanat alanını keşfetmeye başladı. El yordamıyla gerçekleşen bu keşif elbette ki küçük ya da basit adımlarla ilerlemiyor. Yakın zamanda bu alanda eşi benzeri görülmemiş bütçelerle gerçekleştirilen “Yeditepe İstanbul Bienali”nin “Senin bir sanatın var” gibi varoluşsal bir temaya sahip mottosu da bu yerli ve milli ideolojinin kültür sanat politikalarının en açık özetlerinden.
Bununla beraber birkaç İslami imge ile bezenen çağdaş sanat örneklerinin piyasada ciddi bir arz ve buna bağlı bir muhit oluşturmaya başladığını da eklemek gerekir. Geleneksel sanatların[3]bahsi geçen çağdaş örnekleri ile beraber konuları gereği ilgi görmesinin yanında, siyasi iktidar, politize etmek üzere öncelikli hedef olarak edebiyat ve sinema gibi iki sanat alanını- ya da iletişim mecrasını- belirlemiş görünüyor.İbn Haldun Üniversitesi İletişim Fakültesi dekanı ve aynı zamanda SETA İstanbul koordinatörü Fahrettin Altun’un sosyal medyada ciddi tepki toplayan “Yeter artık! Yerli ve milli bir kültür politikasının vakti gelmedi mi? İstiklal Caddesi’nin göbeğinde bir kitapçıdan…” iletisiyle paylaştığı görsel[4]ardından yazdığı ve cahil cesaretini bir çözüm önerisi olarak sunan köşe yazısı bu yaklaşımın sebeplerini sergiler nitelikte:
“(…) bu düzene dokundurtmayız” mesajı vermiyorlar, aynı zamanda bu milletin kahir ekseriyetini cahil ve kültürsüz görüyorlar.
(…) Aşağılık kompleksinden vazgeçip, özgüvenli olalım. Gerisi gelir. Nasıl ki siyasal alanda bir normalleşme ve demokratikleşme yaşandı. Aynısı kültürel alanda da yaşanmalı…[5]
Karşıt hegemonyayı sürüklediği kabul edilen kitap, film gibi yayınlara bir cevap niteliğiyle devlet destekli gerçekleştirilen çok sayıdaki faaliyet, bir ideale paralel geliştirilmiş sanat projelerinin mevcut olduğu kanaatini doğurabilir ancak bu görüntünün ardında da bilinçli bir eylemden bahsedebilmek neredeyse imkânsız. Daha doğru bir ifadeyle bu girişimleri, dolayımdan ve estetikten yoksun bir biçimde belli başlı formlar aracılığıyla halka dikte edilmeye çalışılan semboller olarak tanımlamak yerinde olur.
Bugüne kadar birçok alanda desteklenen, kurulmalarına vesile olunan sivil toplum kuruluşlarıyla da topluma yön vermeye çalışan iktidar, aynı girişimi kültür sanat alanında göster(e)medi. Çağdaş sanat gibi bir alanda yeni bir savaş mevzii açarken kendini emanet ettiği isimler mevzinin tam karşı tarafında yer alması beklenen İKSV gibi bir kurum veya cumhurbaşkanının danışmanlığını yürüten Hasan Bülent Kahraman gibi şahıslar oldu. Bunlar dışında ise kültür ve sanat alanındaki girişimler daha çok devlet eliyle, kültür bakanlığı, TRT ve belediyeler gibi kurumlar aracılığıyla gerçekleştirildi. Makbul kimlik etrafında dönen türlü yayın faaliyetleri, ecdad temalı dizi ve filmler akla ilk gelenlerdir. Bunun yanında edebiyat alanında kalem oynatan, İslamcı dergiler kültürü içinde yetişmiş, aynı kültürel isyan bayrağını taşıyan Cins dergisi gibi benzeri girişimler de siyasi iktidarın, kültürel iktidarsızlığını ispatlar hale geldi.
*
Cumhuriyet’le birlikte gerçekleşen birçok devrim ve ulus devlet kurma çabasıyla toplumun “Osmanlı” geçmişinin reddi, Türk toplumunu sonu gelmez kimlik tartışmaları içine hapsetmiştir. Bir türlü olgunlaşamayan Cumhuriyet demokrasisi eliyle 70 sene boyunca azınlığın, çoğunluğa tahakkümü geniş bir “mağdur edebiyatı” dili oluşturmuştur. Siyaseten bu dilden beslenen merkez-sağ partiler türlü vesilelerle siyasi iktidarı ele geçirse de Osmanlı’nın kültürel mirası ile bağları tazeleyebilecek bir gücü AKP iktidarına kadar elde edememiştir. Bugün ise iktidar, devlet mekanizmasının her elemanını istediği yönde harekete geçirme gücüne sahip olmasına rağmen gerek siyaseten gerekse kültürel anlamda bu mağdur edebiyatından vazgeçmemektedir. Hâkim, halkçı ve alt sınıfa hitap eden, arabesk dilin siyaseten sağladığı avantaj, burjuvazi, aristokrasi ve yüksek kültürden beslenen kültürel iktidar söz konusu olduğunda bir dezavantajlar serisi olarak geri dönmektedir. Güneş Ayas’ın ifadesiyle,
Demokratik meşrutiyet, mümkün olan en geniş çoğunluğun desteğini sağlamayı gerektirdiğinden, siyasetle uğraşan elitler kendilerini halkın genel beğenisinden ayıracak kültürel unsurlardan gitgide uzaklaşmakta veya bu yöndeki beğenilerini gizlemektedir. Örneğin elitist bir Batılılaşma projesinin ve merkez-çevre geriliminin damgasını vurduğu bir siyasi tarihin içinden gelen Türkiye’de, elitizmle ilişkilendirilen zevkler, rakiplerini halkın gözünden düşürmek için popülist siyasetçilerin kullandığı bir suçlama ve aşağılama vesilesine dönüşmüş durumdadır.[6]
Türkiye koşullarındaki mevcut durumu kültürel elitizme uzaklaşmadan ziyade, yakınlaşamama problemi olarak tespit etmek daha yerinde olur. Kültürel sınıf geçişkenliğinin görece yüksek olduğu kabul edilmesine rağmen siyaseten taşranın merkeze, avamın havasa üstünlüğünü savunan dil, kendi kültürel elitini üretememektedir. Bu durum iktidarı Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur gibi arabesk müziğin simge şahıslarıyla kültür politikaları geliştirirken, kültürel hegemonya iddiasını da dilinden düşürmeme çelişkisi içine sokmaktadır. Bir yandan tüm kültürel referansların verildiği, söylem düzeyinde sürekli tekrarlanan Osmanlıcılık, fiiliyatta mehter müziğinden öteye geçememektedir.
Sözde Osmanlıcı ya da yerli ve milli bu söylemin müzik politikalarına bakıldığında ise kapatılma tartışmaları arasında yeniden düzenlenip duran devlet koroları, devlet sanatçılarının zorunlu emeklilik tartışmaları, atama bekleyen gençler ve belediyelere emanet edilen müzik kültürü dışında bir şey görebilmek mümkün değil. Belediyeler bünyesinde gerçekleştirilen müzik faaliyetleri ve bunlara yapılan harcamalar ise başlı başına ayrı bir araştırma konusu. Müzik alanı için yeni ve özel bir girişim olarak nitelendirilebilecek “Müzik Üniversitesi”nin ise bir sohbet esnasında şahsi girişim ile Cumhurbaşkanından alınan bir söz sayesinde kurulduğu, mevcut üniversitelerle benzer bir yapıda olacağı göz önünde bulundurulursa gökkubenin altında söylenen yeni bir şey olmadığı görülecektir. “İnkılap Türkiye’sinde ‘sultan’ sözü geçmez” denilerek “milli yegâh” haline getirilip sansürlenen “sultaniyegâh” makamı[7], bu makamların hâlâ en azından o vakitler toplum nezdinde bir karşılığı olduğunu gösteriyor. Bugün ne yegâhtan haberdarız ne segâhtan, bir “yerli ve milli yegâh” makamını dahi mumla arar haldeyiz.
[1]https://tr.sputniknews.com/turkiye/201705281028639872-erdogan-ensar-vakfi-genel-kurulu/
[2]http://www.e-skop.com/skopbulten/kultur-savasi-nedir-kulturel-hegemonya-kavraminin-yanlis-kullanimlari-uzerine/3863
[3]Not düşmek gerekir ki, bu adlandırma başlı başına bienal ve benzeri girişimlerde ortaya konulmaya çalışılan, batı sanatları karşısında durabilecek güncel ve kâmil bir yerli sanat fikri ile tamamıyla çelişiktir.
[4]https://www.sabah.com.tr/yazarlar/fahrettinaltun/2018/07/09/kulturel-alan-da-demokratiklesmeli
[5]https://www.sabah.com.tr/yazarlar/fahrettinaltun/2018/07/09/kulturel-alan-da-demokratiklesmeli
[6]Güneş Ayas, Müzik Sosyolojisi: Sorunlar-Yaklaşımlar-Tartışmalar(İstanbul: Doğu Kitabevi, 2014), 150–51.
[7]https://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/867965-sarkilar-oyle-nazikce-ve-rica-ile-degil-iste-boyle-yasaklanir