Modernliğin dahi çözülmeye başladığı günümüzde, Türk müziği alanında halen modern öncesi yaklaşımlar yaygınlıktadır. Osmanlı-Türk aydınının 19. yüzyılı kaplayan “batılılaşma-modernleşme” hesaplaşmasındaki eğilimleri bugünümüzü de şekillendirmeye devam etmektedir. 19. yüzyıl boyunca gösterilen modernleşme yönündeki eğilimler bir Batılılaşma yüzeyselliğine saplanmış, buna karşı duruş ise ulus devlet fikri yönünde milli değerleri temsile sarılmıştır. Bu bağlamda kendi yerli ve milli kimliğinin Avrupalı muhatapları karşısında denkliğini ispat çabalarına girişmiştir. Örneğin, mimarlık tarihinde böyle bir çabanın ürünü olarak karşımıza çıkan Usûl-i Mi‘mârî-i Osmânî gibi bir metne Osmanlı-Türk müziğinde rastlanmaz. Ancak Türk müzikolojisinin kurucu isimleri kabul edilen başta Rauf Yekta Bey olmak üzere Hüseyin Sadeddin Arel, Suphi Ezgi gibi isimlerin bir “varoluş çabası” olarak nitelendirilebilecek çalışmaları genel olarak bu bağlamda ele alınabilir.
Bu araştırmacıların gösterdikleri eğilimler, kendilerini takip eden bir yüzyıl boyunca Türk müzikolojisine yön vermiştir. Osmanlı-Türk müziğinin makamları, Avrupa müziğinden farkları ve standardizasyonu yönünde gelişen nazariyat çalışmaları mevcut literatürde en fazla çalışılmış konular olarak dikkat çekmektedir. Değil Osmanlı-Türk müziğinin kendine has koşulları ve özelliklerine dikkat çeken başka bir müzikolojik yaklaşım geliştirmek; önce Avrupa, II. Dünya Savaşı’ndan sonra da Amerika merkezli müzikolojik yaklaşım, teknik ve yöntemler takip dahi edilememiştir. Zygmunt Bauman “modernliğin sakinlerinin sonu hüsranla bitecek bir göçebe hayatında” olduklarını iddia etse de bu fikrî yolculuğa çıkmayanları oldukları yerde daha büyük bir hüsran beklemektedir.
1960’lardan bu yana sürdürülen etnomüzikoloji çalışmaları, son 30-40 sene içerisinde birçok Avrupalı ve Amerikalı araştırmacının Doğu müziklerinin yanında Osmanlı-Türk müziğine de ilgi duymasını sağlamıştır. Ayrıca sosyal bilimlerin Türkiye’de gösterdiği gelişim, bahsedilen yerleşik dar bakış açısını genişleten çalışmaların ortaya çıkmasında önemli bir rol oynamıştır.
Anakronik de bu eğilimi devam ettirmeyi ve yerleşik yarı-hegemonik ilişkiler düzleminden sıyrılarak alanı genişletmeyi hedeflemektedir. Bu amaçla sadece müzikle de sınırlı kalmayıp, müzik ekseninde, güncel bir sanat ve sosyal bilimler dergisi olmayı gaye edinmiştir. Bu yolla Osmanlı-Türk müziğini sanat tarihi, eleştiri, sosyoloji ve siyaset alanlarına da çekeceğimize inanıyoruz.
Peki neden anakronik?
Anakronizm, Yunanca geriye, karşı anlamına gelen ana ön ekiyle, zaman anlamındaki khronos sözcüklerinden üretilen bir deyimdir. Olayların gerçek düzeninin dışına çıkarılarak anlatılması ile oluşan zaman-dizimsel bir yanlışı tanımlar. Bir kavram veya olayın tarihsel bağlamı dışına çıkarılmasıdır. Anakronik ise bu hataya maruz bırakılan olay, kavram veya sebep olan şahıslar için kullanılır.
Giriş bölümünde bahsedilen modernleşme ekseninde kurulamayan çağdaş düzlem, Osmanlı-Türk müziği alanının daha pek çok konuda işaret edilebilecek belki en önemli anakronisidir. Bu anakronilere işaret edip, uygun kronolojik dizilimine yerleştirirken kendi anakronizmimizden kaç(a)madığımızı göreceksiniz..
*
Anakronik 2017 Ağustos ayında kuruldu, yayın hayatına ise 2018 yılı itibari ile başladı. Editörler: Hasan Baran Fırat ve Zeynep Yıldız Abbasoğlu. Site tasarımındaki desteği için Burak Karaoğlan’a ve anasayfada yer alan görsel/minyatür için Hilal Arpacıoğlu’na teşekkürlerimizle.