Tarihsel İcra ve Bezmârâ Topluluğu

//Tarihsel İcra ve Bezmârâ Topluluğu

25/02/2018 / Genel / Hasan Baran Fırat,

Tarihsel İcra ve Bezmârâ

Tarihsel icra (historicaly informed performance)[1] kavramının ortaya çıkmasının üstünden 50 seneyi aşan bir süre geçmesine rağmen, Türk müziğinde henüz bir karşılık bulamadı. Erken dönem müzik pratikleri üzerine her türlü çalışmayı kavramsallaştıran bu başlığa Türkçe literatürde rastlamak pek zordur. Türkiye’deki, Avrupa Klasik Müziğine yönelik yaklaşımların Klasik-Romantik dönemle kısıtlı kalması da buna ciddi derecede katkı sağlamıştır. Anakronik’te dönemlendirme problemi ile beraber tarihsel icra başlığına da sıklıkla dikkat çekmeye devam edeceğim.

Türk müziği ile tarihsel icrayı ard arda andığımızda ise akla ilk gelen isim Bezmârâ Topluluğudur. Kavram ve üzerindeki tartışmaları bir kenara koyacak olursak, bugüne dek pratik olarak tarihsel icra ile ilişkilendirilebilecek tek Türk müziği örneğini Fikret Karakaya yönetimindeki Bezmârâ Topluluğu verdi. 1996 yılında kurulan ve ilk albümleri Splendours of Topkapı ile başlayan Bezmârâ’nın macerası çok sayıdaki albümün ardından son albümleri Tarab-ı Kevser ile devam etti ama önemli bir farkla.

Bezmârâ Topluluğu’nun bugüne kadar ürettiği çok sayıda albüm incelendiğinde, çoğunlukla tercih edilen kayıt teknolojisi, ortamı ve miksaj nedeniyle oluşan belli farklılıkların dışında, uzun yıllar sürdürülen çalışmaların sağladığı ciddi bir devamlılık olduğu görülebilir (topluluktaki müzisyenler zaman zaman değişmesine rağmen). 2010 yılında seslendirme sistemi dahi olmadan gerçekleştirdikleri birçok konserden biri olan Yıldız Şale köşkündeki bir konserlerini hatırlıyorum ki her enstrümanın sesinin çok net bir şekilde duyulabildiği, bir oda müziği grubu hassasiyeti mevcuttu. 17. ve 18. yy Osmanlı-Türk müziğini kendi icra koşullarını da göz önünde bulundurarak yeniden kurmayı amaçlayan Bezmârâ Topluluğu, Avrupa’daki Rönesans, Barok müzik gruplarının çok benzer bir örneğidir. Dönem enstrümanlarının minyatürler, yazmalar dahil birçok kaynaktan esinlenerek yeniden yapıldığı, dönemin icra koşulları ve makam bilgisinin göz önünde bulundurulduğu çok kapsamlı bir çalışmadır. Kantemiroğlu’nun Edvar’ı ve Ali Ufki’nin Mecmua-i Saz-ı Söz ‘ünün imkan verdiği bu çalışmanın Avrupa’daki benzerlerinden farkı; arkasında kavramsal bir tartışmadan beslenememiş ve yeterli ilgili kitleye ulaşamamış olmasıdır. Aynı külliyat farklı gruplar tarafından da icra edilmiş olsa dahi her biri farklı bir yaklaşım geliştirmiş ancak yaklaşımlarını temellendirememiştir. Bezmârâ ise sanat yönetmeni Fikret Karakaya’nın inisiyatiflerince yön belirlemiştir.

Kurulduğu yıllarda amaçlanan hedef doğrultusunda, gerek perde hassasiyeti (günümüz perde anlayışından farklı bir anlayışa sahip olmaları nedeniyle) gerekse üslup, süslemeler (yine günümüz icrasında alışık olunan çiçeklemeler vs. gibi) konusunda sürekli bir kontrol mekanizması geliştiren Fikret Karakaya topluluğun ciddi bir uyum yakalamasını ve farklı bir perde anlayışı geliştirmesini sağlamıştır. Bu yönüyle üzerinde hala ciddi tartışmaların bulunduğu 17.-18. yy Osmanlı-Türk müziğini tam anlamıyla yeniden inşa edemese de (bunun imkânsızlığı zaten malumdur) Osmanlı-Türk müziği içinden farklı bir stil, anlayış gelişmesini sağlamış, farklı bir lezzet sunmuştur. Tam da Richard Taruskin’in tarihsel icra üzerine Avrupa klasik müziği icracıları için dillendirdiği gibi;

“…(bu girişimler eni sonunda icracıların) zihnini, kulağını yeni deneyimlere açar, alışagelmiş oldukları sınırları aşmalarına imkan tanır, müziğin daha önce girişilmemiş dinleme ve düşünme yollarına ulaşmalarını sağlar.”[2]

Ancak Taruskin’in tarihsel icra mefhumunun bir ek katkısı olarak dillendirdiği konunun Türk müziğinde benzer bir sonuca ulaşabilmesi için hala vakte ihtiyacımız var gibi görünüyor. Bezmârâ’nın dahi değişken yaklaşımıyla, tarihsel icranın akademik ortam ve icracılar arasında gelişmesinin beklendiği yerde, geriye gittiği de söylenebilir.[3] Yazının başında belirtilen Tarab-ı Kevser albümünün farklılığı konusuna dönersek. Tarab-ı Kevser albümü konu edindiği külliyatta yer alan eserlerin önceki repertuvarlarından ayrılması, 18.yy dönemindeki eserleri içermesi nedeniyle zaten baştan farklı. Ancak bu külliyattan icra edilmek için seçilen eserler Fikret Karakaya’nın albüm kitapçığında eserler üzerine teker teker yaptığı açıklamalarda belirttiği üzere bir dönem bütünlüğü taşımamaktadır. Bu albümde Bezmara’nın alışılagelmiş 17.yy eserleri için geliştirdiği icra üslubu özellikle temponun/metronomun düşüklüğü ile oldukça yeni. Gerek eserlerin çalınabilirliği gerekse de notaya alındıkları döneme göre belirlenen bu metronom değeri ve perde hassasiyetindeki hissedilen geri adım, Bezmara’nın 18.yy eserleri için geliştirdiği yorum mu, yoksa Fikret Karakaya’nın fazlaca etkilendiği, önce bir makalesinde[4] uzun uzadıya alıntıladığı daha sonra albüm kitapçığına[5] da eklediği Sabahattin Eyüboğlu’nun pasajlarının etkisi midir bilemiyoruz. Bu alıntıları tekraren aktarıyorum;

Son olarak, bu albümdeki icra tarzımız üzerine de kısa bir açıklama yapma ihtiyacı hissediyorum: Daha önceki dokuz albümümüzde eserleri, “bestelendikleri dönemin perdeleri ve üslubu ile icra etmeye” gayret ettiğimizi ifade etmiştik. Bu defa da bu ilkeye elimizden geldiği kadar sadık kaldık. Ama Sabahattin Eyüboğlu’nun Yaşayan Mazi başlıklı –ufuk açıcı- yazısının etkisiyle, icra ettiğimiz eserler karşısında belli ölçüde bir 21.yy insanı tavrı takınmaktan da kendimizi alamadık.

Eyüboğlu’nun yazındaki şu pasajlar çok etkileyicidir:

[…]

Tarihi şuur maziperest olmayı icab ettirmez. Maziye dönüş bir rücu olmamalıdır. Ölüler arasında dolaşırken sağ olduğumuzu unutursak bir manada ölmüş oluruz. Bizim mazide yaşamamız değil, mazinin bizde yaşaması lazımdır.

[…]

İtiraz eden arkadaşlarımın bir bakımdan haklı görünen kanaatleri de kısaca şudur:

Tarihi şuur maziyi yalnız şekilleri ile zihniyeti ile birlikte yaşatmak mecburiyetindedir. Maziden şunu alıp bunu bırakamayız. Mazi bir küldür [bütündür]. Fuzulî’yi kendi dünyası içinde, kendi telâkkileriyle anlamalıyız. Mısralarına kendisinin koyduğu manaları koymalıyız, tarihin gayesi maziyi maddî ve manevî bütünlüğü ile meydana çıkarmaktadır. Zihniyetinden tecrid edilmiş bir mazi olamaz. Yunus Emre’nin şiirini alıp dünya görüşünü bırakamayız. Mimar Sinan’ın camiini alıp mimarî telâkkisini bırakamayız. Her eseri kendi iklimi içinde mütalea etmek [değerlendirmek] lazımdır. Aksi takdirde tarihi hakikate uygun olmayan hükümlere sürükleniriz. Tefsir [yorum] hakikatin düşmanıdır. Orta zamanın [Ortaçağ’ın] tefsir yüzünden nasıl bir gaflet içinde yaşadığı malûmdur.

Bu itiraz yukarıda bahsettiğim tarihçi mazi görüşünün karakteristik bir tezahürüdür ve tarihin kullanacağı usul bakımından doğrudur. Fakat mazinin hiçbir kırıntısını feda etmeyen bu zihniyetin, yalnız ilim ve tetkik sahasında kalması lazım geldiğine kaniim. Ben tarihin yazılışından değil, ruhumuzla olan münasebetlerinden bahsediyorum.

[…]

Maziyi meydana çıkarmak benim üstümde durduğum meseleden çok ayrı bir şeydir. Tarih, ruhumuzda yaşayan bir kıymet olarak başka, tetkik edilen bir realite olarak başkadır. Yaşayan tarihle ölü tarihi karıştırmamalıyız. Ben yaşayan tarihten, benimsediğimiz maziden bahsediyorum. Diğeri tetkik ve tetebbü işidir ve tarihi hakikatin keşfile meşguldür.

[…]

Fransa Racine’in dünyasını çoktan aşmıştır. Racine’in insalık tel’akkisi çoktan eskimiştir. Buna rağmen Phédre ve Athalie taze heyecanlarla dolu kalıyorsa bu mucizeyi yapan, onun ruhu değil bizim ruhumuzdur. Klasik edebiyat yaşıyan, binaenaleyh değişen ve zenginleşen bir mazidir. Her devirde taze bir mahiyet kazanmayan mazi, küflü bir çekmeceden başka nedir? San’at eserinin ilk hamulesini  [içeriği] bulmak ve eseri bu hamule ile anlayıp sevmek, onun yalnız ölü tarafını ihya etmektir [hayata döndürmektir], bu arkeologların işidir.

[…]

Mazinin tefsiri, eski bir eserin keyfi manalarda tahrifi [bozulması] değildir. Maksad o serin yeni ruhtan süzülmesi ve taze lezzetlerle dolmasıdır. Tefsir yeni ruhun eski dünyayı kendine mal etmesidir[6].

Daha önce, gelen “mermer gibi icra” eleştirilerine dikkat kesilen Fikret Karakaya, kontrol mekanizmalarını bir nebze olsun gevşetmişti fakat yıllardır birlikte çalışarak ortak bir dili yakalayan topluluğu bu durum çok da fazla etkilemedi. Daha sonra söz konusu bu pasajlar doğrultusunda gelişen kanaat, bir erken dönem müzik topluluğu faaliyetleri ya da tarihsel icra ile tamamen çelişiktir. Bezmârâ’nın Tarab-ı Kevser yorumunun mahiyetini Kevseri Mecmuası ve 18.yy üzerine yapacakları yeni çalışmalar üzerinden takibe devam edeceğiz.


[1] Tarihsel icra, Avrupa’da ortaya çıkan ve Klasik müziğin nasıl icra edilmesi gerektiği üzerine gelişen bir yaklaşımdır. Dönemsel icra olarak da adlandırılabilecek bu yaklaşım söz konusu eserlerin bestelendikleri dönemin teknik, üslup, stil ve yönelimlerine sadık bir biçimde icra edilmesini amaçlamaktadır. Zamanla sergilenen farklı eğilimler ile yaklaşım daha da genişlemiştir.

[2] Richard Taruskin, Text and Act (Oxford University Press, 1995), 79.

[3] Öte yandan ilki Münster Üniversitesi, Corpus Musicae Ottomanicae’de gerçekleştirilen ve 19.yy dönemini hedelfeyen, diğeri yazarın içinde bulunduğu 17.yy dönem müziği, bir diğeri 18.yy dönem müziğinin rekonstrüksiyonunu hedefleyen farklı girişimlerin olduğunu bilmek bir nebze olsun ümit verici. Bunlara ek olarak Bezmârâ’da da santur icrası olarak yer alan İhsan Özer’in  sanat yönetmenliği de yaptığı Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğu’nun çok yakın bir tarihte gerçekleştirdiği “XVI. ve XVII. Yüzyıl Türk Musikisi; Nefirî Behrâm Ağa’dan Itrî’ye” konserini ayrıca not düşmek gerekir. Kültür Bakanlığı’nın sayısız korosunun bitmek tükenmek bilmeyen repertuar tekrarının yanında, bu konser Türk müziğinin bu öksüz repertuarına gösterilmiş nadir bir devlet kurumu ilgisi olarak kayda geçmiştir.

[4] Fikret Karakaya, “Do Early Notation Collections Represent the Music of their Times?”, içinde Writing the History of “Ottoman Music”, ed. Martin Greve, trans. Efkan Uğuz, Martin Greve, ve Onur Nobrega (Würzburg: Ergon-Verlag, 2015), 213–217.

[5] Bezmârâ Topluluğu, “Tarab- Kevser, Kevserî Mecmuasndan Seçmeler 1”, Turuncu Yapım, İstanbul.

[6] Bezmârâ Topluluğu, “Tarab- Kevser, Kevserî Mecmuasndan Seçmeler 1”, Turuncu Yapım, İstanbul.

 

Liked it? Take a second to support Hasan Baran Fırat on Patreon!
| 2019-02-13T15:35:10+03:00 25 Şubat , 2018|Genel|0 Comments

Yazar Hakkında: