28/02/2017 / Anakronik Mecmua
Tanburi Ali Efendi ve Vefat Tarihine Dair
Tanburi Ali Efendi, 19’uncu yüzyılın önde gelen bestekârlarından biridir. Büyük formdaki eserlerin eski ilgiyi görmediği, şarkı formunun yaygınlık kazandığı bir dönemde Ali Efendi, bestelediği klasik takımlarla, küçük şarkılarında dahi oluşturduğu sağlam kompozisyon yapısıyla döneminin cereyanına karşı durabilmiş birkaç bestekârdan biridir. Bugün Tanburi Ali Efendi hakkındaki bilgilerimiz ne yazık ki sınırlıdır. Kaynaklarda verilen ölüm tarihi dahi birbirini tutmaz. Bu yazı öncelikle Tanburi Ali Efendi’nin ölüm tarihine netlik kazandırma amacı taşımaktadır. İzmir’de çıkarılan Hizmet gazetesinde ölümüne dair yer alan haber aynen alınmıştır.
Aşağıda yeni harflere aktarılarak verilen ilk metin, İzmir’de çıkarılan Hizmet gazetesinde Tanburi Ali Efendi’nin ölümüne dair yer alan haberdir.
Tanburi Ali Efendi’nin vefatından yaklaşık otuz yıl sonra ise Alemdar gazetesinde bir makale yayımlanmıştır. Bu makale, Ali Efendi hakkında elimizde bulunan en eski belgelerden biri olmasına rağmen, gördüğümüz kadarıyla bu yazı ile birlikte bugüne kadar ilk kez yeni harflerle yayımlanmış oluyor.
Son kısımda ise, Tanburi Ali Efendi’nin meşhur suzidil takımına güfte olarak seçtiği Osman Nevres Divanı’ndaki gazeller yer almaktadır. Şiirlerin bazı kısımları besteler üzerinden günümüze gelirken tahrif olmuştur. Böylelikle, gazellerin divandaki şekilleri ve eserler için seçilen ikişer beyti dışında kalan beyitleri de takip edilebilecektir.
TANBURİ ALİ EFENDİ’NİN VEFAT TARİHİNE DAİR
Tanburi Ali Efendi’nin ölüm tarihi kaynaklarda farklılık gösterir. İbnülemin 1890, Yılmaz Öztuna ise 1902 tarihini verir. 28 Nisan 1921’de Alemdar gazetesinde Said Âli imzasıyla çıkan bir yazıda Ali Efendi’nin 1306 Temmuz’unda vefat ettiği belirtilir. Rumi olarak verildiği düşünülecek olursa, bu tarih 1890 Temmuz’una rastlar. Fakat İzmir’de yayımlanan Hizmet gazetesinin 3 Ağustos 1889 tarihli nüshasında ise “Geçende vefatını haber verdiğimiz Tanburi Ali Efendi’nin…” şeklinde başlayan bir haber yayımlanır. Buradan, Tanburi Ali’nin 3 Ağustos 1889’dan önceki bir tarihte vefat ettiği anlaşılır. Alemdar gazetesindeki yazıda, yılın hicri ayın ise rumi olarak verildiği söylenebilir. Hicri 1306, miladi 1889’a rastlamaktadır. Özetle söyleyecek olursak, Tanburi Ali Efendi 1889 yılının Temmuz ayında vefat etmiştir.
Tanburi Ali Efendi’nin Vefatından Sonra Hizmet Gazetesinde Çıkan Haber
Geçende vefatını haber verdiğimiz Tanburi Ali Efendi’nin bütün mesârif-i tekfîniyye ve defniyyesi [kefen ve defin masrafları] Karşıyaka belediye reisi Mehmed Efendi’nin kîse-i hamiyetinden [hamiyetli kesesinden] vuku bulduğu istihbâr edilmiştir [haber alınmıştır]. Sezâvâr-ı takdirdir [Takdire değerdir].[1]
BİR YÂD-I HAZİN-İ MUSİKİ: TANBURİ ALİ EFENDİ MERHUM VE ÂSÂRI[2]
Said Âli
Tanburi Mahmud Aziz Beyefendi, babasının, Tanburi Ali Efendi merhumun bu ferzend-i necib ü muhteremi, bu vâris-i yegâne-i her-meziyyeti dûn-ı mevcudiyetim üzerinde merhumun yâd-ı hazinini yaşattı.
Son asır musikisinin en büyük üstatlarından, en bülent-paye bestekârlarından biri olan Ali Efendi merhum; Zekâi Dede Efendi merhum derecesinde velut bir bestekârdı. Lakin Ali Efendi’nin âsârındaki şakraklığı, insicamı, inbisatı [genişliği], şevk ve neşâtı her bestekâr temine muvaffak olamamış, onun ka’bına [seviyesine] erişememiştir.
Alemdar gazetesindeki makalenin baş kısmı
Evet, merhumun muasırları arasında hassaten Zekâi Dede Efendi’ler, Hacı Arif Bey’ler, Faik Bey’ler, Medeni Aziz, Bolahenk Nuri, Asariye Hatibi İbrahim ve Yenikapı Mevlevihanesi postnişini Celal Efendiler, Şevki Bey’ler gibi hakikaten birer deha-yı musiki ıtlakına seza [denilebilecek] zevat-ı güzide mevcuttu. Bunlara; kâffesi [tümü] rahmet-i rahmana intikal eden bu esâtize-i kirama Hacı Kirami Efendi merhumu da ilave edebiliriz. Çok, hem pek çok âsâr-ı musikiyye vücuda getirmişler, neşre de muvaffak olmuşlardır. Ve elyevm [hâlâ] pek lezzetle, yenilerden daha fazla bir zevk ve hazla seve seve, sevine sevine dinlediğimiz şarkıların bir haylisi bu güzide-i eslafın mahsul-i gına ve dehasıdır. Lakin Ali Efendi ve Zekâi Dede merhumların zade-i tabı [eserleri olan] öyle murabbalar, nakışlar, öyle semailer, ilahiler, öyle ayin-i şerifler ve duraklar var ki, bunlara muasırlarının ve peyrevlerinin değil, esâtize-i eslaftan pek azının mahdut âsârı rekabet edebilir. Hele Ali Efendi merhumun saz takımlarındaki; peşrev ve saz semailerindeki parlaklığı, şakraklığı değme sazende ve bestekârlarımız temin edememişlerdir.
Onun arazbar, muhayyer ve karcığar, uşşak peşrevleri, saz semaileri birer naziri daha vücuda getirilebilecek âsârdan mıdır?
Hilm [sakinliği] ve tevazuu nispetinde vakur ve behiç [güler yüzlü] bir şahsiyet-i mümtaze olduğu bütün kendisini tanıyanlarca yekzebân olarak [aynı şekilde] tasdik edilen Ali Efendi merhum, zamanının en benâm [meşhur] tanburilerinden olduğu gibi; sada itibariyle de en yüksek bir mevhibe-i ilahiyeye [Tanrı vergisine] mazhardı! Merhumu dinleyenler yâd-ı cemilini anlata anlata tüketemez, mezâyâ-yı musikiyyesini [musiki meziyetlerini] saatlerce söyler de ikmal edemezler [bitiremezler].
Bütün bir ramazan-ı şerifte peşrevi, saz semaisi, besteleri ve beste semaileri ve şarkiyati ile vücuda getirdiği “suzidil” faslını bir taraftan da telâmizine [öğrencilerine] meşk ediyor, İzmir âlem-i musikisine hakikaten girân-bahâ [kıymetli] hizmetlerde bulunuyordu.
Ali Efendi merhum musikiyi Latif Ağa’dan, Sütlüceli Asım Efendi’den, Rıza Efendi’den, meşk etmişti. Tanbur muallimi ise Küçük Osman Bey merhumdu.
Yenikapı Mevlevihanesi postnişini Celal Efendi merhum ile birlikte bir hayli zaman Osman Bey’in meşkine devam etmişler ve her ikisi de en mükemmel birer tanburi olmak üzere yetişmişlerdi.
Hafız Şakir Efendi merhum ile emsali kiram-ı ulemanın hulefa-yı tedrisinde iktisab-ı feyz ü kemaliyât eden Ali Efendi aynı zamanda iyi yetişmiş ulemadan biri idiler. Bundan maada merhum zamanının en sayılı kurrasındandı; ilm-i kıraat ve ilm-i vücûhta yed-i tûlâsı vardı. Beylerbeyi’nde ve diğer mahallerde birçok hafız yetiştirmiş, onlara kıraat ve vücûh talim eylemiştir.
Sadasının pek ruhnüvâz [ruhu okşayıcı] ve pek ziyade dilrübûde [gönle işleyen] olması sayesinde Ali Efendi merhum, Cennetmekân Sultan Aziz zamanında ihdas edilen [ortaya çıkarılan] sarıklı müezzinler meyanında Mabeyn-i Hümayun’a alınmıştır.
Mabeyne ilk intisabı bu suretle vaki olan müşarünileyh, pek az bir müddet zarfında imam-ı sânî-i hazret-i şehriyârî olmuş, Mevleviyet ru’üsü [üst seviyede kadılık payesi] almış, Kudüs mollalığı payesine irtika edilmişti [yükselmişti].
Ahiren İzmir merkez mutasarrıflığına gönderilmiş olan Ragıb Paşa, elyevm Ticaret ve Ziraat Nezareti’nde bulunan Hüseyin Kâzım Beyefendi’nin o sırada İzmir defterdarı bulunan pederleri merhum Kadri Bey, Boğdan naibi iken İzmir’de dava vekâletine sülûk iken [girmişken] Ruhi Beybaba merhum, İzmir’in en kadirşinas ve en ziyade sahib-i nüfuz eşrafından edip ve şair-i güzide Tokadizade Şekib Beyefendi’nin kasim [cömert] pederleri Yahya Hayati Paşa merhum, ahiren Atina vilayetine tayin kılınan ve o demlerde Manisa mutasarrıfı bulunan Şakir Paşa ve daha birtakım zevat-ı güzide, üstadın en sevdiklerinden ve kendisini en ziyade sevenlerden bulunuyorlardı.
Aynı zamanda merhum İzmir’i, Manisa’yı da pek ziyade zevkine uygun bulmuştu. Bu sebepledir ki hayatının son senelerini oralarda imrâr etmek [geçirmek] üzere üç yüz iki tarihinde İzmir’e nakletmiş, orada ihtiyar-ı ikamet eylemiştir. Bundan sonra merhum bazen Manisa’ya da gider, zamanının bir kısmını da orada güller bülbüller arasında geçirir, Manisa teşnekân-ı musikisini [musikiye susayanlarını da] de feyz-yâb-ı kemali kaplardı. Esasen o günlerde merhumun amcazadesi Tanburi Hüseyin Efendi merhum da Şakir Paşa ile beraber bulunuyor, Manisa’da oturuyordu. Ali Efendi merhum Manisa’da bulunurken İzmir’deki telâmizi; bilahare her biri birer vücud-ı kıymettar-ı musiki olan Sofuzade merhum Hafız Mehmed Efendi ve biraderi Raşid Beyler, Santo, Salamon, Haim Alazraki Efendiler her hafta muntazaman Manisa’ya gelir, ikişer gün meşk ettikten sonra avdet ederlermiş!..
Ali Efendi merhum âsâr-ı kıymettarının mühim bir kısmını, tam takım “suzidil”lerini, “evc”lerini, iki takım olan “sipihr”lerini, yine tam takım “muhayyerzirgüle”lerini, daha birçok âsârını İzmir’de bestelemiş, orada neşretmiştir.
Dikkat edilirse üstat, âsârını en nâşinîde [duyulmamış] makamâta hasretmiş gibidir. Sipihr, muhayyerzirgüle, nişaburek, arazbar vesaire… Bütün bu gibi makamâtı daha ziyade tercih ve böyleleriyle daha fazla iştigal etmiştir.
Ne kadar yazık, ne derece şayan-ı telehhüf ve teessüftür [üzülme sebebidir] ki, merhumun birçok âsârı, hassaten İzmir mahsullerinin bir kısmı notaya alınmamış bulunduğu için mensî [unutulmuş] hükmüne girmek üzere bulunuyorlar. Vakıa elyevm İzmir’de berhayat olan Salamon Mizrahi ve mahdumu İsak Efendilerde bütün bu âsârın kâffesi mevcut ise de notaya alınmış değillerdir. Mahdum-ı mükerremleri Mahmud Aziz Beyefendi’nin veliyü’l-idrakim Manisalı Hafız-ı Sâlis Efendi üstadımla bundan altı yedi sene evvel müştereken notaya aldıkları külliyat-ı âsârını ise Aksaray harik-i haili [korkunç yangını] almış, süpürmüş, götürmüştür. Lakin Ali Efendi merhumun külliyat-ı âsârını henüz mensî hükmüne girmiş addedemeyiz. Ve haber aldığımıza göre İzmir’de bulunduğu sırada kendisine tanbur ve ilm-i musiki talim ettiği Ruhi Beybaba Efendi’nin kerimeleri hanımefendide, muallime-i yegâne ve bakıyyetü’s-selef-i musiki Leyla Hanımefendi valide-i maneviyemizde, ihtimaldir, Ziya Paşa hazretleriyle İsmail Hakkı ve pek muhterem Rauf Yekta Beyefendilerde bunların kâffesi, kâffesi değilse bazıları, hassaten “sipihr”lerle “muhayyerzirgüle”, “nişaburek” ve “arazbarbuselik”ler mevcuttur. Lütfen neşrine himmet ve inayet buyursalar da Şark musikisini bu girân-bahâ [kıymetli] âsârdan müstefit etseler!..
Fakir burada İzmir’de bir fiske, bir tariz, bir serzeniş ve bir sitem fiskesi hediyesinden men-i nefes edemedim:
Udi Cemal Efendiler, Ziya Beyler, elyevm orada bulunan üstat ve bestekâr-ı şehîr Selanikli Ahmed ve Neşet Beyler, ne olur, ihtiyar-ı zahmet etseler de İzmir’in o yegâne hanendesi İsak Efendi biraderimizden bu pek kıymettar enâfis-i âsârı notaya alsalar…
Ali Efendi merhum an-asıl [asıl bakımından] Midillilidir. Bin iki yüz elli iki [Miladi 1836/37] tarihinde Hafız Bekir Efendi’nin sulbünden [soyundan] dünyaya gelmiş, yedi yaşında iken de hıfzını ikmal eylemiştir. Hafız Enis Efendizadeler sülalesindendir. Bu muhterem sülale yedi sekiz batına [nesle] kadar kâmilen hamele-i Kuran’dandı [hafızlardandı]. Ve Midilli’de züht ve takva ile meşhur ve benâm muhterem bir sülale idiler.
Merhumun vefatı üç yüz altı senesi temmuzuna [Miladi 1889][3] müsadiftir. O zaman, telâmizinden Sofuzade Hafız Mehmed ve Raşid Efendiler İzmir’in Karşıyaka’sında ve Soğukkuyu nam mahalde kâin kulelerinde oturuyor, meşklerine devam ediyordu. Bir gece diğer telâmizinden bazılarının ve zevk-aşinayân-ı musikiyyeden [musiki zevkine aşina olanlardan] birkaç zatın da mevcut olduğu bir bezm-i musikide Ali Efendi merhum da mevcut bulunuyordu. Bir aralık rahatsızlık hissetmekle, “Evlatlar,” diyor; “siz meşkinize, aşkınıza devam edin, ben diğer odada biraz istirahat edeyim…”
Halbuki bu son sözleriyle merhum yalnız oradakilerden değil, kâinattan teceddüt ediyor, rahmet-i rahmana vasıl oluyordu.
TANBURİ ALİ EFENDİ’NİN SUZİDİL TAKIMININ GÜFTELERİ
Tanburi Ali Efendi’nin suzidil takımındaki iki beste ve iki semaisinde kullandığı gazeller, Nevres-i Cedid olarak da bilinen Osman Nevres’e aittir. İki beste ve ağır semaiye seçilen gazeller, şairin divanından, yürük semaiye seçilen gazel ise Osman Nevres’in Nadir Paşa için yazdığı Eser-i Nadir isimli mecmuasından alınmıştır. Takıma seçilen gazelleri 1209 tarihli Divan-ı Osman Nevres’ten ve tarihsiz Eser-i Nadir’den veriyoruz:
BİRİNCİ BESTE
Güfte olarak seçilen beyitler:
Yıkıldı darb-ı sitemden harâb olan gönlüm
Tutuştu şu’le-i gamdan kebâb olan gönlüm
Cünûn belâsına düştü hevâ-yı perçemle
Esîr-i keşmekeş-i pîç ü tâb olan gönlüm
Divan-ı Osman Nevres’ten, s. 130-131.
Mefâ’ilün Fe’ilâtün Mefâ’ilün Fe’ilün
Yıkıldı darb-ı sitemden harâb olan gönlüm
Tutuştu şu’le-i gamdan kebâb olan gönlüm
Sığındı âhiri zîr-i cenâh-ı huffâşa
Karîn-i kefkebe-i âfitâb olan gönlüm
Cünûn belâsına düştü hevâ-yı perçemle
Esîr-i keşmekeş-i pîç ü tâb olan gönlüm
Esefle sâgar-ı meyden kenâre-gîr oldu
Müdâm hem-dem-i bezm-i şarâb olan gönlüm
Kemend-i minnetin düştü âh-ı dü-nânın
Gınâ-yı kalb ile âlî-cenâb olan gönlüm
Olup nişâne-i teşnî’ düştü bâzâra
‘Arûs-ı bikr gibi der-nikab olan gönlüm
Düşüp semûm-ı gama oldu katreye muhtâc
Zülâl-i feyz-i safâya sehâb olan gönlüm
Satıldı bir pula bâzâr-ı cehlde hayfâ
Beyân-ı ma’rifeti bin kitâb olan gönlüm
Sükûta vardı görünce edâ-yı cühhâli
Fünûn-ı fazlda hâzır-cevâb olan gönlüm
Necâta yol bulamaz tengnâ-yı mihnetten
Dûçâr-ı mehleke-i inkılâb olan gönlüm
Zebûn-ı mihnetim ey şâh-ı Nakşibend meded
Tutuştu âteşe pür-ıztırâb olan gönlüm
Meded himâye-i lütfunla dest-gîr ol kim
Tutuldu kayd-ı belâya musâb olan gönlüm
Nişân-ı ta’ne-i nîk ü bed oldu nevres hayf
Hemîşe muhterem-i şeyh ü şâb olan gönlüm
İKİNCİ BESTE
Güfte olarak seçilen beyitler:
Bilmedik yâri ki bizden bu kadar gafil imiş
Cân hayâl eylediğim bûs-i lebi kabil imiş[4]
Çektiğim cevr ü cefâlar yoluna bî-hûde
Ettiğim sa’y ü emekler ana bî-hâsıl imiş
Gazelin tamamı:
Divan-ı Osman Nevres’ten, s. 110.
Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün
Bilmedik yâri ki bizden bu kadar gafil imiş
Cân hayâl eylediğim la’l-i lebi katil imiş
Ben anı mihr ü vefâ sâhibi zanneyler idim
Meğer ifrât ile zâlim siteme mâ’il imiş
Çektiğim cevr ü cefâlar yoluna bî-hûde
Ettiğim sa’y ü emekler ana bî-hâsıl imiş
Sâde-rûlarda vefâ görmedim el-Hak Mecnûn
Terk-i Leylâ-yı mecâzîde katı ‘âkıl imiş
T’an-ı düşmendi vatan terkine bâ’is lâkin
Kalmak ağyâr ile gurbette daha müşkil imiş
Hayf kim bunca zamân yâre kapıldık kaldık
Mihri zâ’il sözü de ‘ahdi gibi bâtıl imiş
Şimdi tahkik ile bildim ki güzel yüzlüler
Ülfet ü mihr [ü] vefâ kısmına nâ-kabil imiş
Dem-i ülfet göz açıp yummadan oldu zâ’il
Âh kim müddet-i sohbet katı müsta’cil imiş
Şimdi isbât-ı vefâ mahz-ı hatâdır Nevres
İstikametle zamânın geçiren câhil imiş
AĞIR SEMAİ
Güfte olarak seçilen beyitler:
Kanı yâd-ı lebinle hûn-i dil nûş ettiğim demler
Hezârân bülbülü nâlemle hâmûş ettiğim demler
Yanar âteşlere ârâm u sabrım yâda geldikçe
Seni mest eyleyip ey gül der-âguş ettiğim demler
Gazelin tamamı:
Divan-ı Osman Nevres’ten, s. 102.
Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün
Kanı yâd-ı lebinle hûn-i dil nûş ettiğim demler
Hezârân bülbülü nâlemle hâmûş ettiğim demler
Salıp sevdâya kendim halka dûd-ı âhımla
Mübârizler gibi zülfün zirih-pûş ettiğim demler
Henüz hâtırdadır şevk-i ‘izâr u gûş-vârınla
Ezel bezminde mehtâb-ı binâgûş ettiğim demler
Gelir mi yâdına sahbâ sunup peymâne peymâne
Seni bezm-i vefâda mest ü medhûş ettiğim demler
Yanar âteşlere ârâm u sabrım yâda geldikçe
Seni mest eyleyip ey gül der-âguş ettiğim demler
Unuttun Nevres-i zârı ‘aceb çıktı mı hatırdan
Senin-çün hâb u ârâmı ferâmuş ettiğim demler
YÜRÜK SEMAİ
Güfte olarak seçilen beyitler:
Ceyhûn arayan dîde-i giryânımı görsün
Seyl-âb-ı belâ-hîz ile tûfânımı görsün
Sevdâ-zedelik bilmeye meyyâl ise her kim
Yâ zülfünü yâ hâl-i perîşânımı görsün
Gazelin tamamı:
Eser-i Nadir’den, s. 33-34.
Mef’ûlü Mefâ’îlü Mefâ’îlü Fe’ûlün
Ceyhûn arayan dîde-i giryânımı görsün
Seyl-âb-ı belâ-hîz ile tûfânımı görsün
Kim anlamak isterse cünun-nâme-i Kays’ı
Dîvâneler efsânesi dîvânımı görsün
Sevdâ-zedelik bilmeye meyyâl ise her kim
Yâ zülfünü yâ hâl-i perîşânımı görsün
Ya’kûb-ı hazînin eden ifrât esefinde
Gelsin de benim külbe-i ahzânımı görsün
Bir lâne-i hasret arayan var ise Nevres
Sad-çâk şüde ceyb-i girîbânımı görsün
Nâdir bulunur şimdi kerîm ola hem insân
Nâdir arayan nâdir-i insânımı görsün
[1] Hizmet, 3 Ağustos 1889.
[2] Alemdar, 28 Nisan 1921. Bu makale Latin harfleriyle ilk kez yayımlanmaktadır.
[3] Said Ali Bey, burada ayı rumi, yılı ise hicri takvime göre vermiştir. Hicri 1306 yılının Temmuz ayına rast gelen miladi karşılığı 1889’dur. Nitekim Hizmet gazetesinde çıkan ilanlar da incelendiğinde Tanburi Ali Efendi’nin 1889 Temmuz’unda vefat ettiği görülür. (Hazırlayanın notu)
[4] Bu mısra bugünkü notaların birçoğunda böyle yazışmıştır. Anlam bakımından hatalıdır. Divandaki şekli aşağıda yer almaktadır.