11/10/2018 / Anakronik Mecmua,
Rauf Yekta Bey, Şark Musikisi Tarihi [2]
İkinci tefrika, katkıda bulunanlar: Murat Avşar, Hande Çelikağ, Meryem Betül Koçak, Elif Küpeli, Sait Berker Seymenoğlu, Betül Sinoğlu.
[9]
Medhal
Birinci Mebhas
“Menşei-i Musiki” ile iptidai akvamın [kavimlerin] musikileri hakkındaki malumat ve mütalaâttan bâhistir [bahseder].
Bu asırda meşgul olduğumuz sınaatlerden (arts) bazılarının menşeini arayıp bulmak için sarf edilecek zamana hemen de zayi olmuş nazarıyla bakılabilir; çünkü bu sınaatlerin menşei ezmine-i kadimenin [eski zamanların] en evvelki devirlerine kadar uzayıp gitmektedir. Derin bir zulmet bunların başlangıcına ait vakayii [olayları] ihata etmekte [kuşatmakta] ve bu sınaatleri ihtira edenlerin [yaratanların] isim ve tercümeihalleri de halk arasında uydurulmuş birtakım hurafe ve menkıbelerle tebdil ve tahrif edilmiş bulunmaktadır.
Bu cümleden olarak musikinin ne suretle ihtira edildiği sualine kati bir cevap vermek kolay bir şey değildir. Kadim milletler, insanlara bu ilahi sınaati öğreten zatın kim olduğunu tayin edemedikleri için bu şerefi mabutlarına atıf ve isnattan [dayandırmaktan] başka çare bulamamışlardır. Halbuki musikinin suret-i zuhuruna mabutlar tarafından izhar edilmiş [meydana çıkarılmış] bir mucize nazarıyla bakmaktan ise menşe-i musikiyi tabii birtakım hadiseler arasında keşfe çalışmak daha sade, daha makul bir tarz-ı tetebbu [araştırma tarzı] olacağı şüphesizdir.
Filvaki [gerçekte] musikinin iptidai anasırı [unsurları] bizi muhit olan [çevreleyen] bütün eşyada mevcuttur; kuşların terennümleri, muhtelif hayvanların bağırmaları, ırmak ve derelerin şırıltısı, ormanların ağaçlarına çarpan rüzgârların uğultusu gibi birtakım tabii hadiselerin ilk insanlara –velev ki gayet basit bir halde olsun– terennüm ve teganni fikrini vermiş olması çok muhtemeldir.
Şu halde kolayca tasavvur olunabilir ki mürur [geçmiş] zamanla birtakım zeki kimseler zuhur ederek insanların tabii terennümlerini tetkik etmişler ve bu terennümlerden müstakbelde [gelecekte] doğacak musiki sınaatine temel taşı vazifesini görecek bazı esaslar hazırlamışlardır. Maahâzâ bu esasların “nazariye” ve “meslek” halinde tebellürü [belirmesi] için bittabi birçok asırların geçmesi icap etmiştir.
Musiki müverrihlerinin [tarihçilerinin] umumiyetle kabul ettikleri fikre nazaran ses ile icra edilen musiki, aletler ile çalınan musikiden evvel zuhur etmiştir. İptidai akvamın musiki aletlerini ihtira etmelerinde bâlâda [yukarıda] zikri geçen tabii seslerin dahli olduğu kaviyyen [kuvvetle] zannediliyor.
Nefes sazlarının icadı, rüzgârların kamış tarlalarından geçerken çıkardıkları seslerin nazar-ı dikkati celp etmesinden sonra vukua geldiğini bazı müverrihler tahmin etmektedirler.
Tellerin muhtelif kuvvetlerle gerilmesinden birbirinden farklı sesler hasıla geldiği pek kadim zamanlardan beri malum idi; telli sazları imal ve ihtira edenlerin de bu malumattan istifade etmiş olmaları memul bulunmaktadır [umulmaktadır].
Davul, nakkare, trampete gibi musiki aletlerine gelince, içi boş bir cisme değnek veya el ile vurmaktan çıkan seslerin taklidi fikri dahi bu nevi âlâtın [aletlerin] bais-i icadı [icadına sebep] olmuştur.
İptidai emirde bütün bu âlât şüphesiz gayet kaba ve kusurlu bir halde yapılmakta idi. Musikişinaslarımız şimdi bunları görseler eminiz ki beğenecek bir tarafını bulamazlar; mamafih öyle zannederiz ki bu aletlerin muhterileri [yaratıcıları] imal ettikleri sazların sesini ilk defa duydukları vakit pek ziyade şaşmışlar ve sevinçlerinden ne yapacaklarını şaşırmışlardır!
“Savti [söze dayalı] musiki”nin “âlî [alete dayanan] musiki”den evvel zuhur ettiğini, daha doğrusu herhangi neviden bir musiki aletinin icadından mukaddem [önce] insanların nağmekârlık kastı bile olmayarak tekellüm [konuşma] kudretini evvela esvâtın [seslerin] telif ve terkibinde kullandıklarını tasdik eder isek kaba bir tarzda yapılmış düdükler ile davullara
[10]
beşeriyetin ilk semere-i mesaisi [ürünü] olan musiki aletleri nazarıyla bakmaklığımız lazım gelir.
Vahşi akvam nezdinde musikinin ne halde bulunduğuna dair aldığımız malumattan anlıyoruz ki bu kavimlerin musikiye ait ilk tecrübeleri pek nakıs bir şekilde başlamış ve iptida kullandıkları musiki aletleri de nefesle çalınan düdüklerle davul, [ve]ya nakkare nevinden âlâttan ibaret bulunmuştur.
Meşhur İngiliz seyyahı Parry[1]ondokuzuncu asr-ı miladide Grönland Adası’nı ziyaret ettiği vakit orada mütemekkin eskimoları çok vahşi bir halde bulmakla beraber musikiden mütelezziz olduklarını görmüş idi. Eskimoların bir nevi küçük “davul”dan başka musiki aletleri yok imiş, yalnız sesleriyle bazı havalar terennüm etmekte imişler ki bunlarda dahi ne tenevvü [çeşitlilik], ne vüsat-ı kâfiye [yeterli zenginlik], ne de “lahn [ezgi]” denilebilecek bir mahiyet bulunmakta imiş.
İspanyollar Meksika’yı istila ettikleri vakit memleketi medeniyetten mükemmelen nasibedar olmuş bulmalarına rağmen orada musiki ıtlakına [adına] şayan bir sınaate tesadüf edememiştir. Meksikalıların başlıca musiki aleti olarak üstüvani [silindir] şekilde kesilmiş ve içerisi boşaltılmış ağaçtan mamul ve her iki tarafına geyik derisi gerilmiş iki nev davulları var imiş. İspanyollar Meksika’da hayvanat-ı bahriye [deniz canlıları] kabuklarından yapılmış borular ile küçük düdüklere tesadüf etmişlerdir. Meksikalıların “ayakatlı” isminde müdevver [yuvarlak] veya beyzî [oval] şeklinde yapılarak içine küçük taş parçaları doldurulmuş bir kutu şeklinde bir aletleri daha var imiş ki bizde çocukların ellerine verilen çıngıraklara benzeyen bu aleti dans esnasında ellerine alırlar ve içindeki taşların çıkardığı sesler ile ayaklarının hareketini tanzim ederler imiş.
On yedinci asır evahirinde [ortalarında] Şimali Amerika’da seyahat eden mösyö Welt dahi Hintliler denilen Amerika sekene-i asliyesinin musikileri gayet kaba ve mana-yı lahniden külliyen mahrum olduğunu söylüyor. Welt’in gezdiği yerlerde tesadüf ettiği yegâne alet-i musiki “davul”dan sonra kalın kamıştan mamul bir nevi “düdük” imiş; Welt, bu düdüğün sesini gayet latif bulduğunu
Şekil 1. Cenubi Amerikalıların (…)[2]dansı
itiraf ile beraber bununla muntazam bir hava çalabilen bir yerliye rast gelmediğini ve bu düdükten bir iki ses çıkarabilen ve deliklerinden bir ikisini kapayabilen kimselerin bu aleti çalmakta kendilerini gayet mahir farz ettiklerini ma’l-istiğrab [şaşkınlıkla] mealen hikâye etmektedir.
Amerika’nın havali-i cenubiyyesini [güney tarafını] dolaşan seyyahların oralardaki akvamın musikileri hakkında verdikleri malumat yekdiğerinin aynıdır. Şili ahalisi muharebelerde öldürdükleri düşmanlarının kemiklerinden yaptıkları düdükleri çalarak dans ederler imiş!
Brezilyalıların kullandığı düdükler de yine insan kemiklerinden mamul imiş. O havalide gezen diğer seyyahlar da davullar ile borulardan ve düdüklerden başka musiki aletine tesadüf etmemişlerdir.
Cenubi Amerika vahşileri arasında “(…)” namı verilen meşhur bir nevi dans var imiş ki şekil 1’de görüldüğü üzere bu dansı icra için müteaddit vahşiler uzun bir hat teşkil edecek surette bir sıraya dizilirler ve cümlesinin ellerinde kamıştan yapılmış birer düdük olduğu halde saatlerce zıplarlar imiş!
Mamafih, bir kısım musiki müverrihleri Amerika sekene-i asliyyesinin [yerlilerinin] musiki ile olan alakalarını pek iptidai ve sathi bir derecede gösterdikleri halde diğer bir kısım müverrihler de bunun aksine kani bulunmaktadırlar. İkinci kısma dahil olan müverrihlerin daha ziyade biz Türkler için şayan-ı dikkat [dikkate değer] bir sözleri vardır ki o da Meksika ve Peru kıtaları ahalisinin musikileri ile akvam-ı Şarkiyyenin [Doğu kavimlerinin] musikileri arasında birçok cihetlerden müşabehetler [benzerlikler] bulunduğunu iddia etmeleridir.[3]Bu müşabehetlerin sebebini izah için eldeki delilleri de şudur: Meksika ve Peru kıtalarında şayi [bilinen] eski bir rivayete nazaran milad-ı İsa’dan 290 sene mukaddem [önce] Finikyalılardan bir heyet-i muhacire Meksika’ya gelip orada yerleşmişlerdir. Bu kıtalar ahalisinin musikilerini tetkik edenler, işte bu rivayete ve daha bazı delillere istinat ederek Arabistan ve Mezopotamya tarafları ahalisinin musikileri ile mebhûsün-anh [adı geçen] kıtalarda mütemekkin [yerleşen] Amerikalıların musikileri beyninde [arasında] müşabehetler bulunmasının esbabını [sebeplerini] izah ve
[13]
hatta Meksika ve Peruluların “akvam-ı samiye”den olduğuna hükmetmektedirler.
Şekil 2
Nazar-ı tetkikimizi biraz da Afrika kıtasındaki kavim ve kabilelerin musikilerine atfeder ve bu akvamın kullandığı musiki aleti hakkında seyyahların verdikleri malumatı gözden geçirir isek Afrikalıların musiki ile alakaları herhalde Amerikalılardan ziyade olduğunu teslim ederiz. Vakıa Mısır ve Habeşistan’da kullanılan bazı âlâtın [aletlerin] daha az maharetle imal edilmiş olanlarına Afrika vahşileri arasında tesadüf ediliyor; mesela Osage havalisinde müstamel lirlerin şekil 2’de görüldüğü üzere Habeşliler nezdinde “kısar” namı verilen alete ve Oyanda [Uganda] taraflarında görülen harpaların [arpların] da (şekil 3) Mısır harpalarına benzediğini resimlerden anlıyoruz:
Şimali Senegal ahalisinin balafu isminde bir çalgıları vardır ki muhtelif kıtalarda kesilmiş ağaç parçalarından yapılmıştır. Zambezi Nehri sevâhilinde [sahillerinde] sakin
[14]
yerliler nezdinde bu çalgının ismi mariyambadır [marimbadır]. Şekil 4’ün sol cihetinde görülen adamın önündeki çalgı bir mariyambadır; resmin sağ tarafında oturan iki kişiden birisinin çaldığı bir pan flavtası, yanındakinin elinde tuttuğu da bir nevi darbukadır.
Şekil 4
Afrika zencilerinin en ziyade sevdikleri çalgılardan biri de zeze yahut banjo namını verdikleri sazdır. Yakın vakitlere kadar İstanbul sokaklarında tesadüf edilen Sudanlı seyyar çalgıcılar var idi ki bunlara “Kabakçı Arap” denilir idi; bunların çaldığı saz (şekil 5) işte bir banjodur.
Şekil 5
Bu aletin uzun bir sapı olup sapının nihayetine de içi boşaltılmış bir kabak raptedilmiştir. Zenciler buna yalnız bir tel bağlarlar ve kullandıkları miktarı mahdut sesleri –tanburilerimiz gibi– o tel üzerinde parmakların seyir ve hareketiyle çıkarırlar. Bununla beraber banjonun iki tellisi de vardır ki o zaman ikinci telin vazifesi daimi bir basso tutarak birinci tele refakat etmekten ibaret kalır.
Habeşistan’ın cenubunda vaki Nûbe kıtasının Gallas denilen zencileri Afrika’nın içeri tarafları sekenesinden ziyade, musikide ilerlemiş addolunuyorlar. Nil’in membalarını aramaya çıkan ve bu maksadının husulünü temin etmek için 1860-1862 senelerini Gallaslar nezdinde geçiren Yüzbaşı Speck’in ifadâtına [ifadelerine] göre Gallasların musikisi diğer zencilerinkinden daha az barbarcadır. 6 numaralı resmimiz, Gallasların merkez idaresi olan Karagua’da verilenbir konseri göstermektedir:
Şekil 6. Karagua’de kabile reisinin orkestrası
1 Bargumi [gazal boynuzu] – 2 Gidete (bir nevi flavta) – 3 Yedi Telli Harpa – 4 on beş ağaç safhadan mürekkeb timpanun [timpani] – 5 Davul – 6 ve 7 Dümbelek
Buraya kadar verilen tafsilattan, akvam-ı vahşiye [vahşi kavimlerin] musikilerinin mahiyetleri ne olabileceği anlaşılmıştır. Diğer iptidai memleketleri dolaşan seyyahların ifadâtı da hep aynı mealdedir. Bütün bu ifadâtın hülasası şudur ki akvam-ı vahşiye ve nim vahşiye nezdinde en ziyade kullanılan musiki aletleri mütenevvi şekillerde yapılmış düdükler ve davullardan yapılmış olup telli sazlar nadiren müstameldir; vahşi akvamın musikileri de kendileri gibi sert, kaba, yeknesak ve iptidaidir. Binaenaleyh bu mebhası [konuyu] daha ziyade uzatmayı faidesiz addeder ve medeni akvam-ı Şarkiyyenin musikileri hakkındaki malumat-ı tarihiyyenin [tarihi bilgilerin] beyanına nakl-i kelam eyleriz.
[1]On dokuzuncu yüzyılda yaşamış olan meşhur İngiliz seyyah O.H. Parry. (çevirenin notu)
[2]Te, vav, lam ve güzel he ile yazılan bu sözcük okunamamıştır. (çevirenin notu)
[3]Fetis tarafından yazılan meşhur “Musiki Tarih-i Umumisi”nin birinci cildinin 97 ve 106’ncı sahifelerine bakınız.