Nihat Doğu İçin Nekroloji

//Nihat Doğu İçin Nekroloji

20/04/2018 / Genel / Fikret Karakaya,

Nihat Doğu İçin Nekroloji

Çok genç yaşta kaybettiğimiz ilk nazariyat ve solfej hocam Ahmet Keçecigil’in verdiği tarif üzerine kemençe ısmarlamak üzere Hadi Usta’nın dükkânına gittiğim güne kadar gerçek bir kemençe görmemiştim. Daha dükkâna girmeden, geniş camekânla tül perde arasına, sırtı sokağa bakacak şekilde asılmış[1] kemençeyi görünce, bu sazın sesi kadar cisminin de güzel olduğunu düşünmüş, oracıkta içime kor gibi bir aşk düşmüştü.

O gün kemençemi sipariş ettim ve sık sık Hadi Usta’ya uğramaya başladım. Bir gün oradayken, siyah favorileri –yaşına göre– bir hayli uzun, kısarak bir adam girdi dükkâna, siyah kadife bir torbadan bir kemençe çıkardı. Sazı Usta’ya uzatırken:

– Ben bunun göğsünü biraz kazıdım, horozlanmaya başladı, şuna yeni bir göğüs yap, dedi.

Hadi Usta sazı alıp arkasında bir yere koydu. Ben adama:

– Ne kadar zamandır çalıyorsunuz? diye sordum. Adam,

– Otuz yıldır, cevabını verdi.

– İyice ustalaşmışsınızdır, dedim.

Adam:

– Nerdee? Biraz gıcırdatıyoruz işte. Benim bir kardeşim tanbur, bir kardeşim de ney çalar, deyince gıpta ile, hatta kıskanarak baktım yüzüne.

Adam gidince, Hadi Usta’nın oğlu Engin’e sordum:

– Kim bu adam?

– Kâmran Bey.

Bir daha hiç görmediğim, kimseden bahsini işitmediğim bu adamı hiç unutmadım.

Hadi Usta kemençemi birkaç ay sonra yapmaya başladı. Ben nerdeyse her gün dükkâna uğrar oldum. Diyebilirim ki kemençe yapımının bütün safahâtına şahit oldum. Hadi Usta benden hiçbir şey saklamazdı. Muhtemelen: «Bu çocuk üniversiteye gidiyor. Kemençe imalatçısı olacak değil ya» diye düşünmüştür.

Bir akşam üzeri uğradığımda Hadi Usta:

– Yarın kemençeni gel al, dedi.

Sevincime pâyân yoktu.

Ertesi gün, 19 Mayıs 1974 Cumartesi, sabah erkenden koştum dükkâna. Hadi Usta kemençeme tel ve eşik takıyordu. Tezgâhının önündeki iskemleye yaşlıca bir hanım oturmuştu.

– Kemençe senin mi delikanlı, diye sordu bana.

– Evet, cevabını alınca yeniden sordu:

– Çalmayı biliyol musun?

– Hayır, yeni başlayacağım.

– Kâmulan’ı bul. İstanbul’da en iyi çalan odul.

Biraz sonra çıkınca Engin’e sordum (Hadi Usta’nın kulağı ağır işittiği için zaten her şeyi Engin’e sorardım):

– Kim bu hanım?

– Laika Karabey.

Laika Hanım’ın bahsettiği Kâmran Bey’le, aylar önce bu dükkânda gördüğüm siyah, uzun favorili Kâmran Bey’in aynı kişi olduğunu düşündüm.

O sıralarda, benim adını bildiğim yaşayan beş profesyonel kemençeci vardı. Biri, lise öğrencisiyken açıklamalı klasik koro programlarını büyük zevkle takip ettiğim Ruşen Kam, ikincisi Barış Manço’nun Dağlar Dağlar plağındaki taksimi ve eşliğiyle tanıdığım Cüneyd Orhon, üçüncüsü lise son sınıftayken Ankara Radyosu’nda taksimlerine rastladığım İhsan Özgen[2], dördüncüsü İcra Heyeti’nin konserlerinde gördüğüm Mübeccel Çetin, beşincisi ise Üsküdar Musiki Cemiyeti’nin ayda bir yapılan kayıtlarına katılan Ekrem Erdoğru.

Kemençem henüz yapım aşamasındayken bir akşam Emin Hoca’ya (Ongan), Hadi Usta’ya kemençe yaptırdığımı söylemiş, beni bir hoca ile tanıştırmasını rica etmiştim.

Emin Hoca:

– Kemençen bitince Radyo’ya gel, demişti.

Kemençemi aldıktan sonraki ilk iş günü, 21 Mayıs Pazartesi, kemençemi plastik bir poşete koyup Radyo’ya gittim. Emin Hoca girişteydi.

– Gel benimle dedi ve stüdyoların bulunduğu koridora doğru yürüdü, stüdyoların önünde sigara içmekte olan Ekrem Erdoğru’ya seslendi:

– Ekrem! Bak bu çocuk kemençe öğrenmek istiyor.

Kemençemi verdiğim Ekrem Bey, hemen oradaki yüksek kalorifer peteğine kemençemi dayayıp duvara dönük olarak çalmaya başladı. Doğrusu ya, dış görünüşüne hayran olduğum sazımdan o meftun olduğum sesler çıkmadı. Ekrem Bey:

– Daha yeni, zamanla güzelleşir, deyip kemençemi geri verdi ve uzaklaştı.

Bozulmuştum. Tekrar Emin Hoca’yı bulup:

– Ekrem Bey ilgilenmedi Hocam, dedim.

– Gel o zaman, deyip beni bir odaya götürdü. Sonradan Sendika Odası olduğunu öğrendiğim bu küçük mekânda büyük bir kalabalık vardı. Herkes fosur fosur sigara içiyordu. Kapı açıktı, ama içeri girmeye imkân yoktu.

Hoca:

– Nihat! diye seslendi.

Oturanlardan, tıknazca, kır saçlı, gözlüklü biri fırlayıp geldi.

Hoca yine:

– Bu çocuk kemençe öğrenmek istiyor, dedi.

Nihat Bey, kemençemi aldı, kalktığı koltuğa dönüp dizleri arasına koydu ve cayır cayır çalmaya başladı. Yegâhla tiz neva arasında o kadar hızla geziniyordu ki, hayranlıkla karışık bir hayret doldu içime.

Nihat Bey de:

– Henüz ham, çaldıkça güzelleşir, deyip sazımı iade etti ve küçük bir kâğıda adını, telefonunu yazıp verdi.

Kâğıda baktım: Nihat Doğu. Bu ismi radyodaki anonslarda duymuştum. Ama Nihat Doğu’nun kemençe çaldığını bilmiyordum.

Dedi ki:

– Ben yarın İzmir Fuarı’na gideceğim. 15 gün sonra beni ara.

15 günü iple çektim. Ankesörlü bir telefondan verdiği numarayı arayınca kendisi çıktı. Çok sevindim. Ama sevincim çok sürmedi:

– Ben yarın …’ya gideceğim, bir hafta sonra ara.

Çok kızmıştım. Elimdeki kâğıdı buruşturup attım.

Bir hoca bulma işini sonraya bıraktım. Çünkü Haziran sınavları bütün ağırlığıyle devam ediyordu. Fırsat düştükçe öğrenci yurdundaki ütü odasına (pek kimse gelmezdi buraya) kapanıp bildiğim basit nağmeleri kemençemde çalmaya çalışıyor, bu işin hocasız asla olamayacağı inancım daha da pekişiyordu.

Zaman geçti. Hadi Usta’nın dükkânında karşılaştığım Kâmran Bey’le Laika Karabey’in bahsettiği Kâmulan Bey’in aynı kişi olmadığını öğrendim. Çünkü bana, yalnız kemençe üzerinde ulaşılmaz bir tekniğin değil, kibarlığın, zarafetin, çelebiliğin ve babacanlığın da eşsiz örneklerini tanıtan Kâmran Erdoğru, hocam oldu.

Radyoda Nihat Doğu’nun taksimlerine rastladıkça dikkat kesilir, üslubu ve tonu hakkındaki kanaatlerimi kesinleştirmeye çalışırdım. Onu dinlerken titiz, dikkatli ve ciddî bir insan olduğunu düşünürdüm. Sonra onu daha yakından tanıyınca bu kanaatlerimin çok yerinde olduğunu anladım.

1976-1980 arasında uğrak yerim olan konservatuarda tanıştığım Bursalı Sadık İmrak’ın kemençe hocası aslında Cüneyd Orhon’du. Ama bir ara bir yönetim değişikliği oldu, hemen bütün hocalar geçici olarak Konservatuar’dan uzaklaştı. O zaman Sadık, Nihat Doğu’nun öğrencisi oldu. Sadık’tan, Nihat Bey’in bağa ve sedefle süslenmiş çok değerli kemençeleri olduğunu öğrendim. Bu kemençeleri çok merak ettim, ama ancak Radyo’ya girdikten sonra görebildim onları. İki tanesi vardı ki, şüphesiz süslenmiş kemençelerin en akıl alıcısıydı bu ikiz kemençeler. Birbirinin tersiydi aynı zamanda. Çünkü birinin sırtı sedef üzerine bağa, diğerininki bağa üzerine sedef kakılarak süslenmişti. Sırttaki ve tuştaki motifler tamamen aynıydı. Birinin göğsünün kenarlarında geniş sayılabilecek işlemeli filetolar vardı. Diğerinin göğsü orijinal olmadığı için filetolar, sazın bütünüyle uyumsuz olarak çok mütevazıydı. Bir rivayete göre, Nihat Bey bu kemençelerden birini, âriyeten Laika Karabey’den almış, geri vermemişti.

Radyo’da bir bakıma mesai arkadaşım olan Nihat Doğu artık benim Nihat Abi’mdi. Laika Hanım’ın kemençesini gasp ettiği rivayeti, ona bakışımı hep gölgeliyordu. Onunla Radyo’da, rahmetli Doğan Ergin’in düzenlediği bazı televizyon programları dışında beraber saz çalmadık. Ama, bağırsak tel kullandığım için beni takdir ettiğini hissettirir, çok elverişsiz gazino ortamlarında rahat etmek için metal tel takmak zorunda olduğunu söyleyerek mazeret belirtirdi. Nihat Abi’yi sık sık Radyo’nun alt katındaki kantinde satranç oynarken görürdük. En çok Aydın Oran ve –Arkası Yarın yahut Radyo Tiyatrosu için gelen– Kemal Bekir ile oynardı. Daha çok seyirci olarak gördüğümüz Münir Bulduk ve Hüsnü Anıl ile de oynadığı olurdu. Yasemin ağızlığa taktığı sigarası hep dişlerinin arasında dururdu.

Emekliliğine yakın samimiyetimiz artmıştı. Duyduk ki, ailevî bir mesele yüzünden, evini ve o kıymetli kemençelerini satmış, İzmir’e yerleşecekmiş. Gerçekten de emekli oldu ve İstanbul’dan gitti.

2009 yılında, İzmirli Mehmet Yalgın, Biraz Hayat Biraz Sanat – Kemençeci Bir Avukat başlıklı bir “Nihat Doğu Kitabı” yayımladı[3]. Sohbet kayıtlarına dayalı bu kitap, Nihat Doğu’nun hafızasının ne kadar güçlü olduğunu ve yakın dönem musiki tarihimizin bütün büyük aktörlerini tanıdığını, onlarla ilgili çok şey bildiğini gösterdi bana. İçimden İzmir’e gidip Nihat Abi’yle uzun uzun sohbet edip anlatacaklarını kaydetmek geçti.

2012 yılında tanıştığım ve çok geçmeden güçlü hafızasına hayran olduğum, musikiyle ilgili bütün bildiklerini anlattırıp kaydettiğim rahmetli dostum Ali Dirikman, bir gün Nihat Doğu’nun çocukluk arkadaşı olduğunu söyledi. Onunla unutulmaz günler geçirmişler. 2013 yılında yapmaya başladığım Saz ve Söz Meclisi programına Nihat Abi’yi de konuk etmek istedim. Ali Bey’i de çok sevindirmişti bu düşüncem. Hemen telefon edip İstanbul’a davet ettim. Nihat Abi’yi bu davet çok sevindirmişti. Kalp krizi atlatmış, bypass ameliyatı geçirmişti. Ama sağlığının bütün kırılganlığına rağmen kalktı geldi İstanbul’a. Önce Radyo stüdyosunda, yapmayı düşündüğüm program için birkaç saatlik bir sohbet kaydı yaptık. Oradan çıkıp Altıntepe’deki ofisime gittik. Ofisim üçüncü kattaydı ve binada asansör yoktu. Nihat Abi’yi merdivenden çıkarmak doğru değildi. Ama başka yol da yoktu. Ali Dirikman, istendiğinde küçük bir tabure olabilen özel bir baston getirdi. Nihat Abi birkaç basamak çıkıyor, oturup dinleniyordu. O gün ve ertesi gün Nihat Abi anlattı da anlattı, ben de her şeyi kaydettim. Kitapta olmayan pek çok hikâye var bu kayıtlarda. Yani kolaylıkla ikinci bir kitap çıkar anlattıklarından. Onu uğurlarken bizi İzmir’e davet etti, daha anlatacağı çok şey olduğunu söyledi. Ali Bey’le uygun bir zamanda İzmir’e gitmenin planlarını yapmaya başladık ve nihayet Haziran 2014’te birlikte İzmir’e gittik. Bu seyahat çok verimli geçti. Öyle olması için planlar yapmıştım zaten. Arşivci dostum Orhan Yıldırım ile, Nihat Abi üzerine bir tez hazırlamakta olan altın kalpli Gökçe Eriş ile, varını yoğunu kitaplara, notalara ve fotoğraflara yatıran araştırmacı-musikici Ümit Yazıcı ile buluştum ve daha pek çok değerli insanla tanıştım. İzmir’de önce Gökçe Eriş bizi evinde misafir etti, ertesi gün Nihat Abi’yi görmek üzere Torbalı’ya gittik. Yalnız kendisi değil, oğulları ve eşi de bizi büyük sevinçle karşıladılar. Nihat Abi ile geçirdiğimiz üç gün boyunca durmadan sohbet ettik. Arada birlikte saz da çaldık. En çok da birlikte çalmamızdan mutlu oldu. 84 yaşındaydı, çok ağır bir ameliyat geçirmişti ve sağlığına çok dikkat etmesi gerekiyordu. Ama anlatırken kendinden geçiyordu. Sanki varlık sebebi buydu. Hafızası çok kuvvetli ve çok canlıydı. Hiç teklemeden anlatıyordu. Ben de her şeyi kaydediyordum. Eline sazını alınca adeta gençleşiyor, enerjisiyle beni şaşırtıyordu.

İlk hocası olan Aleko Bacanos, onun vefatından sonra kendisini Kemal Niyazi Seyhun ile tanıştıran ve ondan ders almasını sağlayan Yorgo Bacanos, Üsküdar Musiki Cemiyeti’nde  feyz aldığı Emin Ongan, Radyo’da âmiri olan Mesut Cemil, üstad Münir Nureddin Selçuk, Sadi Işılay, Cevdet Çağla ve Radyo’ya girmeden saz arkadaşlığı yaptığı ve Radyo’ya birlikte girdiği Aka Gündüz Kutbay ve Cinuçen Tanrıkorur, uzun yıllar birlikte bulunduğu Sadettin Heper, Kâni Karaca, Cüneyd Kosal, Abdi Coşkun, Doğan Ergin ve Vahit Anadolu, hem Radyo’dan, hem de uzun yıllar saz çaldığı Devlet Korosu’ndan tanıdığı Nevzad Atlığ ve Necdet Yaşar hakkında bilmediğim çok şey anlattı. Yaklaşık 60 yıldır sakladığı küçücük bir kâğıtta Ruşen Kam’ın el yazısı vardı. Ruşen Bey, sazlarına taktığı rast ve neva tellerinin kalınlıklarını yazmıştı kaligrafik bir tarzda. Ayrıca Laika Karabey’den gasp ettiği söylenen kemençeyi nasıl satın aldığını ve kaç lira ödediğini gösteren belgeyi gösterdi. Laika Hanım’ın imzası vardı bu belgede. Bu kemençeyle ilgili anlatılanlardan çok rahatsız olduğu belliydi.

Fotoğraflarını taramak için bilgisayar ve tarayıcı götüremediğime üzüldüğümü görünce –iade edilmek üzere– hepsini bana verdi.

Birbirimize doyamadan ayrılırken yeniden geleceğimize söz verdik. Ali Bey, fasılasız, İzmir’e gitmemiz gerektiğini hatırlatıp durdu. Ben de aynı düşüncedeydim. Gökçe Eriş ve Orhan Yıldırım da her konuşmamızda bizi İzmir’e davet ediyordu. Ama maalesef Ali Bey’le ikinci bir İzmir seyahati yapamadık. 2016’nın sonunda (30 Aralık) Ali Bey vefat etti, ama ben tek başıma gidip Nihat Abi’yi dünya gözüyle bir kez daha görmek istedim hep. Olmadı, gidemedim.

Mart 2018 başında hastaneye kaldırıldığını duydum. İzmir’deki dostlarımı arayıp durumunu sordum. Taburcu edildiğini, iyiye gittiğini söylediler. Bir akşam İzmir’den Halil İbrahim Yüksel aradı. Telefonumda adını görünce bir kara haber vereceğini sanıp korktum. Ama korkumun yersiz olduğunu söyledi. İyiymiş. Rahatladım. Ama Nihat Abi 88 yaşındaydı. Çok ağır ameliyatlar geçirmişti. Bunu atlatsa bile, muhtemelen ikincisi onu götürecekti. Bu yüzden bir an önce mutlaka İzmir’e gitmeliydim. Ama Almanya’daki oğlum gelmişti, birkaç gün daha İstanbul’da kalmak zorundaydım.

Ertesi sabah, 12 Mart, Halil İbrahim’den gelen bir mesaj Nihat Abi’yi kaybettiğimizi bildiriyordu. Kader böyle tecelli etmişti. Cenazesinin hemen kaldırılacağını öğrendim. Yetişemezdim. Ruhuna Fatiha gönderip dualar ettim.

Mehmet Yalgın’ın kitabını okuyunuz. Son devrin bütün üstadlarıyle ilgili pek çok tafsilatın yanı sıra, çocukken demirci çıraklığı bile yapmış ve hayatı boyunca –sürurla hatırladığı birtakım mutluluklar da yaşamış olsa bile– meşakkatin bin türlüsünü tanımış olan Nihat Abi’nin, ona kemençe çalmayı tamamen unutturan ameliyatın ardından –80 yaşından sonra– sazına sıfırdan tekrar başlayıp, kimsede olmayan bir azimle eski melekelerini yeniden kazanma mucizesi gösterdiğini de öğrenirsiniz.


[1] Şimdi düşünüyorum da, bir saz neden böyle asılır diye, cilasının kuruması dışında bir gerekçe bulamıyorum. Zaten, dükkâna girip sorunca Hadi Usta, o sazın İzmir’e gönderileceğini söylemişti. Muhtemelen bir amatör olan bu İzmirli kemençecinin adını hiç öğrenemedim.

[2] O sıralar sık görüştüğüm neyzen Ömer Erdoğdular, hocası Niyazi Sayın’a «Kemençe öğrenmek isteyen bir genç var» diyerek benden bahsetmiş. Birkaç kemençe yapan Ömer Abi de, çalmayı kendi kendine sökmeye çalışıyordu. Ömer Abi, Niyazi Bey’in «İhsan’a gidin» dediğini aktardı. Ama benim haftada bir Ankara’ya gitmek için param da, vaktim de yoktu ne yazık ki.

[3] Mehmet Yalgın (2009), Biraz Sanat Biraz Hayat, Kemençeci Bir Avukat ‘Nihat Doğu Kitabı’,  Ege Üniversitesi Yayınları, İzmir.

Liked it? Take a second to support Fikret Karakaya on Patreon!
| 2018-04-20T18:29:20+03:00 20 Nisan , 2018|Genel|0 Comments

Yazar Hakkında: