15/02/2018 / Jacob Olley, Çeviren: Hasan Baran Fırat,
Aşağıdaki metin 2012 yılında Cambridge Üniversitesi, Asya ve Orta Doğu Çalışmaları Fakültesinde düzenlenen bir sempozyumun değerlendirmesi olmakla birlikte, dile getirilen eleştirilerin günümüz Türk müziği akademyası için hala geçerliliği ve güncelliği nedeniyle çevrilmiştir. Ulusal ve uluslararası akademik idealler üzerine önemli sorular da yönelten bu değerlendirme ilk kez 15 Ocak 2013 tarihinde www.talkingethnomusicology.wordpress.com adresinde yayınlanmıştır.[1]
*
Konferans Değerlendirmesi: ICTM Türkçe Konuşulan Dünya Müzikleri Çalışma Grubu’nun 3. Sempozyumu, 1- Aralık 2012
ICTM Türkçe Konuşulan Dünya Müzikleri Çalışma Grubu’nun 3. Sempozyumu (Asya Türkleri ve Afganistan’da Popüler Kültür: İcra ve İnanç) 1-2 Aralık 2012 tarihlerinde Cambridge Üniversitesi, Asya ve Orta Doğu Çalışmaları Fakültesi tarafından düzenlendi.[2] Toplantı 12 ülkeden 17 konuşmacının yanı sıra hazırlıksız icralara, film gösterimlerine, bir konsere ve oldukça lezzetli kebaplara sahne oldu. Konuşmacı ve katılımcılar çeşitli disiplinlerden, farklı arka planlara sahip kişilerden oluşuyordu. Bu durum bir taraftan canlı ve hoş bir atmosfer yaratmakla birlikte öte taraftan ne yazık ki çok sayıda yanlış anlaşılma ve ideolojik çatışmalara neden oldu.
Açılış konuşması “Dünya Müziği Olarak Batı Müziği” başlığıyla Nicholas Cook tarafından yapıldı. Nicholas Cook (etnomüzikoloji öğrencileri arasında) müziğin otonomluğunu dayatmak için çapraşık analitik araçlar kullanarak etnomüzikologların onu uygun kültürel bağlamına yerleştirme planlarını baltalayan bir tür müzikolojik “Lord Voldemort olarak bilinir. Cook’un The New (Ethno)musicologies’e (ed. Henry Stobart, Lanham, Md.,) katkısı, “We are all (Ethno)musicologists Now” müziğin çeşitli alt disiplinlerinin arasındaki ayrımların gittikçe modasının geçtiğini açıkça sergilemektedir. Teorik çerçeveler, metodoloji ve araştırma konuları artık daha geniş bir alanda paylaşılıyor ve tartışılıyor. Cook’un makalesi Batı müziği küreselleşmesini 20.yy’da yer alan daha büyük bir jeopolitik sürecin parçası olarak değerlendirmesi ile oldukça geniş kapsamlı. Cook, konuşmasında bunların yanında bazı ilginç noktaları da gündeme getirdi; Avrupa veya Amerika dışı müzikler için bir pazarlama etiketi olarak kullanılan Dünya müziği teriminin aslında Batı müziğinin dünya çapındaki egemenliğini tanımlamak için kullanılmasının daha doğru olacağına dikkat çekti. Bir başka kıymetli değerlendirmesi ise Batı klasik geleneğinin kalbinin artık Doğu Asya’da attığı tespitidir. Çin ve Japonya’nın eğitim sistemi, estetik değerler ve konser serileri aracılığıyla klasik kanonu benimsemesi (asimilasyonu ya da siz ne demek isterseniz), gelenek için tarihi bir dönüm noktasıdır. Aynı zamanda küresel ölçekte, güç ve kültürel dengeleri de etkilemiştir. 21.yy’da Avrupa klasik müziğini etkileyen bu sosyal ve politik gerçekliklerin artık kabul edilir hale geldiğini görmek, alandaki başka çalışmalar için de umut verici (bu çalışmalar için Anna’nın Mari Yoshihara’nın yazdığı “Musicians from a Different Shore”[3] hakkındaki değerlendirmesine bakılabilir).
Tabii ki, Cook’un/Voldemort’un değerlendirmelerinin tamamı problemsiz değildi. Öncelikli ve en belirgin olarak “Dünya Müziği Olarak Batı Müziği” başlığı zorlama bir değer bağımsız yargı ve neyin yüksek değerli neyin hususi bir geleneğe mahsus olduğunu belirten evrenselci bir bakış açısı sunuyor. İkinci olarak Cook’un değerlendirmesi, çok fazla sayıdaki -kolonyalizm, oryantalizm, batılılaşma, modernleşme, metalaşma, koruma, kutsama vb. gibi- olguyu kapsıyor. Bu durum sürece dahil olan ciddi derecede kompleks ve çeşitli yerel dinamiklerin, daha derinlikli bir kavrayışının geliştirilmesine imkân vermiyor.
Sempozyumun ilk gününde yer alan sonraki sekiz sunum ise Macaristan, Azerbaycan, Amerika, Hollanda, Türkiye, Kazakistan ve İran/İngiltere’den araştırmacı ve müzisyenler tarafından gerçekleştirildi. Başlıklar şöyle sıralanabilir; Türkiye’deki Alevi ve Bektaşi Ayinlerinde Müzikal Pratikler, Popüler Türkçe Müzikte Dinsel İmgeler, Azerbaycan ve Kazakistan’da Devlet Destekli Müzik Girişimleri ve Organoloji, Rusya Fedarasyonu’nda Yer Alan Türk Toplumları (Tatarlar ve Hakaslar) Arasında Müziğin İşlevi ve son olarak İran/Merkez Asya’da Çağdaş Orkestral Bestelerde Esin Kaynakları. Bu konu, ülke ve entelektüel yaklaşım bolluğunun bıraktığı genel izlenim beklenildiği üzere oldukça karmaşıktı. Bu durum katılımcıların çok farklı seviyelerdeki İngilizce konuşma yeterlilikleri ile birleşti, çoğu konuşmacı soruları anlama ve yanıtlama konusunda sıkıntılar çekiyordu ve sonuç olarak tartışmaları takip edebilmek çok zor ve sıkıntılı bir hal aldı. Dahası bir dizi katılımcı kendi gelenekleri ya da ulusal kültürlerinin dejenerasyonu üzerine teoriler geliştirmekle ilgiliydi ve çoğunlukla propagandist bir yaklaşımla bazı müzik türlerinin diğerlerinden üstünlüğü üzerinde durmayı tercih ettiler. Birçok katılımcının ve organizasyon kurulunun Pan-Türkist eğilimlerine rağmen konu bazı müzik türleri ve enstrümanlarının kökenine geldiğinde kaçınılmaz tartışmalar yaşandı. Bu nedenle Megan Rancier’in Kazak kıl kopuzunun, mitik, akustik ve tarihsel katmanları hakkında çok iyi yapılandırılmış, muvazeneli çalışması akademik tartışmalar yerine ulusal sahiplik iddialarının mücadeleleri içine sokuldu. Bu tip konferanslara mümkün olduğunca çok sayıda ülke ve kurumdan araştırmacıları dahil etmek övgüye değer ve gerçekten gerekli olsa da, bu buluşma farklı kültürel, dilsel geçmişlerden ve çok farklı ajandalara sahip bireyleri bir araya getirmenin doğal zorluklarını net bir şekilde sergiledi.
Cumartesi gecesi ise program, Jesus Koleji’nin güzel Şapel’inde bir konserdi (yukarıda bahsedilen kebabı takiben). Konserde konferanstan konuşmacılar ve Türkiye (Özlem Doğuş Varlı ve Ersen Varlı), Kazakistan (Aigul Yelshibayeva, Elmira Janabergenova ve Bazarali Muptekeev), Afganistan (Haroon Yousofi ve grubu) ile Azerbaycan’dan (Ghadim Sharq ve grubu) müzisyenler yer aldı. Türk Asyası ve Afganistan’da yer alan gelenek ve müzik türlerinin inanılmaz çeşitliliğini gösteren fevkalade enerjik ve etkili performanslar sergilendi. Konserin ikinci bölümü Brunel Üniversitesi’nden besteci Peter Wiegold yönetimindeki ‘Kültürler Arası Atölye’ den oluşmaktaydı. Bu atölyeye önceki performanslarda yer alan tüm müzisyenler katıldı. Wiegold, bir yandan bluesy ostinati çalarken bir yandan da sololar için işaretler vererek doğaçlamaya dinamik bir şekil kazandırdı. Dikkat çeken Wiegold’un ‘kültürler-arası’ anlayışının Orta Asya müzikal geleneklerinde olduğu gibi makamsal ya da ritmik yapılarla pek alakalı olmadığı idi, onun grup doğaçlaması daha çok funky caz takımları gibiydi. Bu gibi çabalarda sıklıkla rastlandığı şekli ile farklı müzikal geleneklerin yan yana geldiği özgün bir ortaklık yerine, Batı müziğinin müzikal ve estetik çerçevesi başlangıç noktası olarak kabul edildi. Doğrusu müzisyenlerin bir kısmı çok eğlendi, ertesi sabah Wiegold’un (konferansın ikinci gününün davetli konuşmacısı idi) yöntemleri üzerindeki konuşmasını kaçırdım. Fakat müzikal ve kültürel bir tecrübe olarak atölye/konser oldukça dengesizdi ve hiç hoşnut edici değildi.
Konferansın ikinci günü de neredeyse aynı yönde ilerledi. Bir ya da iki iyi sunum, biraz iyi müzik ve daha çok ideolojik bildirim, güvenilirliği tartışmalı akademik araştırmalar… Buna rağmen Tom Solomon’un Azeri rap müziğinin geleneksel sözlü şiir ile bağlarını ve ayrımlarını tartışmak için şiirsel ve teknik analizlerde bulunduğu sunumdan özellikle keyif aldım. Ayrıca Giovanni De Zorzi’nin Kazakistan’daki gençler arasında alkolizm tedavisinde uygulanan sufi zikir pratikleri etnografisi oldukça bilgilendiriciydi. Bu çalışma Orta Asya’nın yeniden İslamlaşması, şifa uygulamalarının ve etkileyici sufizmin olumsuz yönleri ve müzik ile sesin rolü hakkında tahrik edici bir tartışmaya neden oldu. Angelika Jung, şuan Almayan’da yaşayan Özbek müzisyen Ari Babakhanov’un icralarından kayıtlar üzerine yakın zamanda yayınladığı Bukharan Shashmaqam üzerine bir makale sundu. Jung’un Shashmaqam’ın birkaç farklı versiyonunun (yalnızca devlet onaylı resmi versiyonu haricinde) olması gerektiği yönündeki argümanı iyiydi. Ancak otantik, doğal gibi terimlerin kullanımında eleştirel bir mesafe bulunmuyordu, keza sayıların tasavvufaki sembolik karşılıklarını, müzikal yapılar üzerinde okumaya çalışması da aynı yaklaşımdan yoksundu. Ivenka Vlaeva görsel açıdan zengin (fakat kavramsal açından müphem) sunumunda İstanbul kentsel müzik sahnesindeki müzikal imgeler, turizm ve filmleri tartıştı, Aziz Sadıkova ise çello ve ezan kaydı içeren bir kaset için yazdığı modern tekniklere (extended techniques) dayalı “İsimsiz” bestesini sundu. Maalesef sunumu modern tekniklerin (extended techniques) ne olduğunu açıklamak (müzikologlarla dolu bir odaya) ve bestenin Özbekistan’daki elde ettiği (görünüşe göre) olağanüstü başarının hadsiz anlatıları ile doluydu.
Konferansta yaşanan ideolojik gerginlikler ve iletişim güçlükleri, Fikri Soysal’ın ‘Türkiye’de Popüler Müzik ve İslam Medeniyeti’[metindeki haliyle] başlıklı sunumunda tepe noktaya ulaştı. Soysal, sunumunda Batı müziği değerlerinin girişiyle beraber ‘insanları’ yabancılaştırdığı ve ‘gerçek’ Türk müziğinin değerini kaybettiği üzerinde durdu. Soysal’ın tezi zar zor yeterli İngilizcesinden ve en sona kalması nedeniyle konferans programından da yeterli desteği alamadı. Dinleyiciler zaten iki gün boyunca milliyetçi müzikoloji yayılım ateşine tutulmuştu. Tezi daha sonra hafif şarkılar (kanto) veya operet gibi formların Osmanlı müzik hayatına Cumhuriyet’in doğuşundan çok önce entegre olduğunu belirten Tom Solomon tarafından oldukça sorgulandı. Aynı şekilde Giovanni De Zorzi de Osmanlı müziğini tanımlamak için ‘Türk’ kelimesinin anakronik kullanımına (20.yy etnik milliyetçiliğinin bir ürünü olduğunu savunarak) şiddetle itiraz etti. Tahmin edileceği gibi Soysal bu suçlamalara yanıt vermek için çabaladı, yaygın bir müzikal şövenizme karşı gösterilen bu kamusal meydan okuma bir şekilde tatmin edici olsa da gerçekten rahatsız ediciydi.
Maalesef John Baily, Keith Howard ve Misha Maltsev’in (Dünyanın Merkezinde Sibirya: Sakha-Yakutia’da Müzik, Dans ve Ritüel) filmlerinin gösterildiği kapanış oturumuna kalamadım. Ayrıca Pembroke Koleji’ndeki yemeği (daha fazla kebap olabileceğinden şüpheliyim) kaçırdığım için üzgünüm. Konferansın organizatörü, Razia Sultanova, Türk Asyası ve Afganistan’daki müziklerle ilgili değerli araştırmaların paylaşıldığı ve tartışıldığı bu uluslararası forum için kesinlikle takdir edilmelidir. Bununla birlikte yukarıda bahsedilen zorluklar gösterdi ki, İngiliz ve Amerikan akademisyenler, ‘ulusal’ kültürlerin ve müzik geleneklerinin geçerliliklerini sorgularken, birçok etnomüzikoloğun araştırma yaptığı ülkede gerçekleştirilen çalışmalar, 20. Yüzyılın politik ve ideolojik mirasıyla şekillenmeye devam etmektedir. Bu durum konferans etiği, bilimsel standartlar ve kültürel görecelilik üzerine bazı soruları gündeme getiriyor. Milliyetçi ideolojilerle motive olmuş bir bilim adamına kendi görüşlerini yayması için kamusal alanda bir imkân verilmeli mi? Kibarca alkışlamalı mıyız, yoksa karşıtlık gerek dil gerekse akademik eğitim açısından dengesiz olsa bile tartışmaya girmeli miyiz? Sunum ve çalışmalarımızda ne derecede kendi görüş ve ideolojilerimizi bilinçsizce teşvik ediyoruz? Tartışma Anglofon akademik ideallere göre belirlendiğinde, bir tartışma için uluslararasılık ne tür bir anlama gelmektedir?
[1] https://talkingethnomusicology.wordpress.com/2013/01/15/conference-review-third-symposium-of-the-ictm-study-group-for-music-of-the-turkic-speaking-world/
[2] https://www.ames.cam.ac.uk/news-events/archive/dmes/performancebelief/programme.pdf
[3] https://talkingethnomusicology.wordpress.com/2012/10/30/book-review-musicians-from-a-different-shore-mari-yoshihara