Osmanlı-Türk Müziği ve Doğru Bilinen Yanlışları

//Osmanlı-Türk Müziği ve Doğru Bilinen Yanlışları

20/01/2021 / Genel / Hasan Baran Fırat,

Osmanlı-Türk Müziği ve Doğru Bilinen Yanlışları

Osmanlı-Türk müziği, efsane, mit ve hurafelerle örülü bir müziktir. “Ortaçağ” ya da “İslam’ın Altın Çağı”nda musikiye matematik ilimleri arasında yer verilmiş olmasına karşın günümüz modern Türkiye’sine varana kadar takip eden süreçte müzik manevi bir ilim kisvesi altına girmiştir. Osmanlı döneminde çelebiliğin, âdâb kültürünün bir parçası olarak ele alınan Osmanlı-Türk müziği, bir sanat ve ilim alanının gerektirdiği objektif bakış yerine belli kültürel kodların temsiline hapsedilmiştir. Tarih boyunca Kantemiroğlu gibi spesifik örnekler haricinde müzik bugünkü anlamına yakın bir müzikolojik değerlendirmeden mahrum kalmıştır. Bu durumun değerlendirilmeye muhtaç birçok sosyo-kültürel ve müzikolojik sebepleri vardır elbette.[1] Özellikle müziğin bilimsel nitelikten ve tarihsel bir bakıştan yoksun ele alınıyor olması, Osmanlı-Türk müziğini popülerleşmiş birçok yanlışla anılır hale getirmiştir. Bu kısa yazıda bu yanlışlardan sadece bazıları listelenmiş, kısaca açıklanmaya çalışılmıştır.

  • Osmanlı-Türk Müziği ve Doğu müzikleri bir tam ses aralığını çok daha küçük parçalara böler, Batı müziğine oranla daha zengin bir ara ses yelpazesi vardır.[2]

Bu tespit doğru olmakla birlikte Batı ile Doğu arasındaki çizgi tarihlendirilmeye muhtaçtır. “Batı müziği” ile “doğu müziği” aynı kültürel müzik mirası üzerinde şekillenmiştir. “Batı müziği”nin armoni uğruna ses skalasını sabitlemesi takriben 13. yüzyıl gibi başlayan ve 18. yüzyılda son bulan bir serüvendir. Bu da bu tespiti ancak 18. ve 19. yüzyıl müzikleri arasında yapılacak bir kıyasta doğrular. Ancak aynı Avrupa müzik geleneğinin 19. yüzyıl sonunda içine girdiği bu tamperaman müzik ve tonal kıskaçtan yine belli estetik tercihler yoluyla çıkmıştır. Başta Asya (Hint-Endonezya) olmak üzere başka müzik geleneklerinin keşfi, pantonalite (atonalite), rastlantısallık ve elektronik müziğin keşfi ile bugün Türk Müziğinin sahip olduğu ses yelpazesinin çok daha ötesine geçilmiştir.

  • Osmanlı-Türk Müziğinin karakteri ………..’dır.

Osmanlı-Türk müziği herhangi bir karaktere sığdıran her tanım, aslı itibariyle eksik, yarım veya yanlıştır. Bir müziğin ana karakterini belirleyen kullandığı malzeme, ses aralıkları ve ritimden ziyade üslubudur. Üslup ise her ne kadar zaman zaman belli bir yapıyı korumayı başarabilmiş olsa dahi, zamana bağlı bir biçimde değişir. Farklı dönemlerdeki estetik anlayış ve akımlar, çalış üsluplarını da etkileyerek müziğe farklı karakterler kazandırmıştır. Bu anlamdaki tümden gelimci veya Hegelyan idealist yorumlar eksik kalmaya mahkumdur.

  • Osmanlı-Türk müziği tek kişilik, ya da az sayıda kişinin icrasıyla gerçekleştirilen bir müziktir.

Koronun Osmanlı-Türk müziğinin karakterine zıt bir uygulama olduğunu ifade etmek için kullanılan bu tespit, kendi içerisinde başka bir problemli alan yaratmaktadır. Klasik yapısı itibariyle bir oda müziği niteliği atfedilen Osmanlı-Türk müziği az sayıda icranın ince bir uyum içinde, her icracının sesinin fark edilebilmesi gereken bir icra üslubuna dayanır. Bununla birlikte son yüzyılda gelişen koro anlayışı, ya da Osmanlı dönemindeki geniş katılımlı fasıllar, ayin icraları, zikirler veya mehter icraları dikkate alınırsa böyle koşulsuz bir tabirin yine çok bilinen bir yanlışa vardığı görülür. Böyle bir tanımı yapabilmek için neredeyse her yanlışta olduğu gibi öncelikle dönem ve icra edilen form tanımlanmalıdır.

  • Osmanlı-Türk müziği insan sesine ağırlık verir.

Bu özellik genel çerçevede değerlendirildiğinde neredeyse dünya üzerindeki tüm müzikler için geçerlidir. Detaya inildiğinde ise yine farklı dönemlerde farklı eğilimler gözlemlenebilir. En basitinden Avrupa müziğinde 18. ve 19. yüzyılda ağırlık kazanan saz müziği, Osmanlı-Türk müziğinde 19. yüzyıl sonu ve 20.yy’da ivme kazanmıştır. Şahsi kanaatim günümüzde Osmanlı-Türk müziğinin en nitelikli örnekleri saz müziği icralarında takip edilebilmektedir.

  • Osmanlı-Türk Müziğinin nesilden nesle aktarımı Batı müziğindeki gibi nota yoluyla değil, meşk yöntemleri ile sağlanır.

Bu tespit iki tarafıyla da yanlıştır. Osmanlı toplumunun geç modernleşmesine bağlı olarak müzik eğitimindeki modernleşme de geç gerçekleşmiş, Cumhuriyet dönemine kadar varlığını sürdüren meşk üslubu bu kanaatin yerleşmesine neden olmuştur. “Hoca önünde diz dövmek” yani meşk üslubu; romantizm, nostalji, “ecdad” temsillerinin bir alanı haline gelmiştir.  Müziğin aktarımından ziyade talebeye verilen âdâb, üslup, yol, yordam eğitimi nitelikleri ile öne çıkmıştır. Nota yazımının yaygınlaşmaya başladığı 19.yy ortalarına kadar meşk, eserlerin aktarımı için temel bir rol oynamıştır ancak bundan sonra hızla nota, meşk sisteminin yerini almıştır. Yani Osmanlı-Türk müziğinde bilfiil nota kullanımı neredeyse 150 yıllık bir zaman dilimini kapsamaktadır. Günümüzde ise sadece eser meşk etmek için değil, enstrüman icrası tatbik etmek için dahi herhangi bir usta-çırak ilişkisinin zorunluluğu ortadan kalkmıştır. Bununla birlikte halen müzik eğitiminin önemli bir kısmını oluşturan usta-çırak ilişkisi bugünkü anlamıyla Osmanlı-Türk müziğine has olmaktan öte, “müziğe” has bir fenomendir.

  • Osmanlı-Türk müziği bir şahsi üslup ve ifade müziğidir.

Aynı nitelikleri taşımayan başka bir müzik türü var mı bilmiyorum. Müzik doğası itibari ile şahsidir ve üslup, ifade temellidir.

  • Osmanlı-Türk müziği yazılamaz.

Günümüz teknolojik imkanları dahilinde her türlü müzik, ses yazıya geçirilebilir. Müziğin yazılmasındaki kritik nokta yazı ile gösterilmek istenen detayın düzeyidir. Frekans ya da cent ölçeğinde yazılacak bir müzik, işlevsellikten uzak, okunması imkansız bir halde gelebilir. Osmanlı-Türk müziğinin yazılamaması ya da Arel-Ezgi notasyonunun alternatifsizliğinin önündeki ana sebep, bu konudaki nitelikli çalışmalar ile bunları teşvik edecek kurum ve kuruluşların eksikliğidir.[3]

  • Klasik icra üslubu.

Klasik icra üslubu bugün arabesk veya popüler müzik nitelikli icralar ile araya çizilen bir çizgiyi tanımlasa da sanat üslupları anlamında bir klasiklikten bahsetmek imkansızdır. Çoğu zaman aynı tabir farklı anlamları karşılar hale gelmiştir. Osmanlı-Türk müziğinin icra üslupları ile net bilgilerimiz kayıt teknolojisinin geliştiği 19.yy sonundan öteye geçmez. Sadece bu dönemden günümüze en az iki ya da üç farklı üslup anlayışından bahsetmek mümkündür. Bunlardan hangisi klasik hangisi değil, Dede Efendi mi daha klasik, Itri mi, bu gibi sorulara nitelikli yanıtlar vermek oldukça zordur.

  • Osmanlı-Türk müziği beste yapısı, vezin-usul ilişkisinden bahsedilmeden anlaşılamaz.

Osmanlı-Türk müziği, kaynakları ve kuruluşu itibari ile sözlü müziğin öne çıktığı bir müzik olabilir, ancak tarihsel süreçte melodi kıymet kazanmış, söz her geçen yüzyıl ikinci plana kaymıştır. Vezin-usul ilişkisi Osmanlı-Türk müziğinin yapısını öğrenebilmek açısından temel bir önem arz etmekle birlikte, tüm dönemlerini ve müzik anlayışını açıklamak için yetersizdir.


[1] Böyle bir bakışı doğuran ana sebeplerden biri olarak; Osmanlı-Türk müziği müzikolojisinin kurucu figürü Rauf Yekta’nın kendinden 200 yıl evvel Kantemiroğlu’nun gösterdiği gibi bir vizyon ortaya koyamaması, ve standardizasyon gibi kısır çalışmalarla sınır kalması gösterilebilir. On yedinci yüzyılda Kantemiroğlu’nun gösterip Rauf Yekta’nın gösteremediği müzikolojik yaklaşımın eleştirisi için bkz. Walter Feldman, “The Musical ‘Renaissance’ of Late Seventeenth Century Ottoman Turkey: Reflections on the Musical Materials of Ali Ufkî Bey (ca. 1610-1675), Hâfız Post (d. 1694) and the ‘Marâghî’ Repertoire,” Writing the History of “Ottoman Music,” der. Martin Greve, çev. Efkan Uğuz, Martin Greve ve Onur Nobrega (Würzburg: Ergon-Verlag, 2015), 129–130

[2] Eklemem gerekir ki, ilkinden sonuncusuna kadar bu değerlendirmeler ile karşılaştığım her noktada şahsi tepkim “Ne zaman?” olmuştur. Tarihsellikten yoksun bakış açımızın doğurduğu problemleri hayatımızın her alanında olduğu gibi müzikte de yaşıyoruz.

[3] Ahmet Bülbül. “Tarihten Bugüne Türk Makam Müziğinde Kullanılan Nota Yazım Teknikleri ve Udi Ahmed Rıfat’ın Mftah-ı Nota’sı (Tahkik ve Transliterasyon).” İstanbul University (2017).

 

Liked it? Take a second to support Hasan Baran Fırat on Patreon!
| 2021-01-22T22:02:39+03:00 20 Ocak , 2021|Genel|0 Comments

Yazar Hakkında: